PASCAL RAFFY
1822’de Çin ile kurduğu sıkı ticari ilişkiler ile yüksek saatçilik serüvenine başlayan Bovet’nin bugün geliştirdiği idealist perspektifini Pascal Raffy’den dinliyoruz.
1963’te Beyrut’ta doğan Pascal Raffy, ailesi İsviçre’ye taşındığında 13 yaşındaydı. Paris’te hukuk eğitimi aldı ancak kariyerine ilaç sanayisinde çalışarak başladı. 38 yaşında bu sektörü terk ettikten sonra ailesiyle yeniden İsviçre’ye döndü ve yolu Bovet ile kesişti.
QP: Bovet’yi satın alırken motivasyonunuz neydi?
Pascal Raffy: Açık konuşmak gerekirse motivasyonum oldukça bencilceydi. Bovet’den önce sahip olduğum marka, yüzlerce, hatta binlerce adette üretim yapmaya başlamıştı. Bu mantalite benim lüks algıma uymuyordu çünkü başkasında var olan bir şeye sahip olmaktan nefret ederim. Ve bence lüks de üç unsurun kombinasyonuydu: Net bir kimlik, limitli sayıda üretim ve zanaatkarlık. Bu noktada limitli üretime dikkat edilmemesinin beni rahatsız ettiğini fark edince bir şeylerin değişmesi gerektiğini hissettim. Zira bir saat markası “lüks” kategorisindeyse dört bin adetten az saat üretmeliydi. Bu yüzden kişisel tercihlerime göre hareket ederek Bovet’yi almayı düşünmeye başladım. Bovet’yi tarih kitaplarından, farklı coğrafyalarda katıldığım açık artırmalardan ve özel koleksiyonlardan biliyordum. Sonra karar verdim ve Bovet ile yola koyuldum: ‘Yüksek saatçiliği bu kadar çok seviyorsam bileğimde de sevdiğim bir saati görmeliyim.
Eğer bu saatler koleksiyonerlerin ilgisini çekerse ne ala ama çekmezse de problem değil, yılda 300 saat üretiriz olur biter…’ Neticede maison’un sağlam duruşu ve şansımın da yaver gitmesiyle, koleksiyonerler Bovet’yi ve sunulan ürünlerin sürdürülebilirliğini takdir ettiler. Halen her yıl ne kadar saat üreteceğime hakimim. Malum, Bovet çatısı altında çalışan 102 zanaatkarın -ki bu rakamı artırmak gibi bir derdim yok- her birinin adını, soyadını ve hatta çocuklarının adlarını bile biliyorum.
QP: SIHH’in ilk gününde kendinizi nasıl hissettiniz? Fuara katılmadan önce herhangi bir korkunuz ya da endişeniz var mıydı?
PR: Eğer bir sanatçı performansını sergilemek için sahneye çıktığında üzerinde herhangi bir baskı hissetmiyorsa, bence o insan gerçek bir sanatçı değildir. Günlük hayatımızda hissedebildiğimiz iki tür baskı var; biri pozitif, diğeri negatif. SIHH gibi fuarlar ise her zaman üzerinizde pozitif bir baskı oluşturacaktır. Ben de Bovet’nin yeni modellerini tanıttığımda insanların yüzünde bir gülümseme görebilecek miyim diye düşünürken, pozitif bir baskı hissediyorum. Düşünsenize, aylar hatta bazen yıllar süren bir mekanizmayı sonunda tanıtıyorsunuz ve karşınızdaki insanın suratında gülümseme görüyorsunuz; hissettiğiniz baskının en güzel transformasyonu.
Röportajın devamını QP No:24’te bulabilirsiniz.