İNNOVASYON DENGESİ
Şükrü Bekdikhan için her şeyden önce güvenlik geliyor. Mercedes-Benz CEO ile marka ailesinin gelecek vizyonlarını, Türkiye pazarındaki yerini konuştuk.
Fotoğraf BATURALP YILMAZ
MERCEDES-BENZ DENİNCE AKLINIZA İLK OLARAK NE GELİYOR?
Mercedes-Benz’in aklımdaki çağrışımlarını iki yönüyle anlatmak isterim. İlki, dışarıdan bakıldığında Mercedes’in nasıl göründüğü, insanda yarattığı izlenimin ne olduğuyla ilgili. Bende uyandırdığı duygu da diğer bir yönü. İlk bakışta herkes için güvenirliği, saygınlığı ve teknolojide liderliği temsil eden; hayranlık ve tutkunun birleştiği bir marka olarak görünüyor. Mercedes’e duyulan hayranlık elbette onun yaratıcı gücünden geliyor. Sonuçta, otomobilin mucidinden söz ediyoruz; neredeyse 140. senesini tamamlamak üzere. İnanılmaz bir güven duygusu uyandırıyor; insanların hep ulaşmak istedikleri bir ürün olarak karşımıza çıkıyor. Bütün bunların kombinasyonu size nasıl yansıyor, diye sorarsanız Mercedes ailesinin bir parçası olmanın büyük bir keyif olduğunu ve o güven duygusunun hayatınızın her alanına işlediğini söyleyebilirim. Yaptığınız işten zevk almanızı, anlam bulmanızı sağlayan bir çizgisi var. Öncülüğü, her zaman gelişime ve yeniliğe açık oluşu da sizi besliyor. İki yönüyle de benim için vazgeçilmez bir marka. Hem ailem hem de tutkum. İkisinin arasında bir yerde duruyor Mercedes benim için.
DAHA ÖNCEKİ BİR RÖPORTAJINIZDA, 2030’DA ELEKTRİKLİ OTOMOBİL ÖZELİNDE MERCEDES-BENZ’İN %50 İLE 60 ARASINDA BİR ORANLA TÜRKİYE PAZARINA HAKİM OLACAĞINI BELİRTMİŞTİNİZ. BU SÖYLEMİNİZİN HALEN ARKASINDA MISINIZ?
Elektrikli araç üretimi şirketimizin vazgeçilmez stratejilerinden biri. Hem dünya hem de ülke çapında hedeflerimizin yönünü belirledik. İlerleyen teknolojilerle birlikte zaman zaman bu yönün ya düzeltilmesi ya da yeni bir bakış açısı getirilmesi gerekiyor. Bizim en önemli amacımız, 2039’da bütün alanlarda sıfır emisyon ve salınım hedefine ulaşmak. Bunu yaparken en önemli enstrümanlardan biri de elektrikli araçlar olacak. 2030’a kadar bu hedefe hazır olan bütün ülkelerde mümkün olduğunca elektrikli araçların ağırlıkta olduğu bir ürün gamı oluşturmaya çalışacağız. Şunu da biliyoruz ki 2030’a sadece 6 senelik zaman dilimi kaldı. Kimi ülkelerde bu dönüşüm çok daha hızlı gerçekleşiyor ama altyapıdan kaynaklanan güçlükler veya ulusal regülasyonlar nedeniyle, bazı ülkeler buna yüzde 100 müsaade etmeyebilir. Kuzey ülkelerinde ürün gamında yüzde 80 ya da 90’lara varan oranlarda bir elektrifikasyona ulaşılmış durumda. Ülkemizde ise hedefimiz, geçen sene yüzde 15 düzeyinde kapattığımız satış oranını bu yıl yüzde 20’ye ulaştırmak. Bu oranın her yıl artarak yukarıya gideceğini varsayarsak, 2030 yılına geldiğimizde ürün paletimizdeki elektrikli araçların oranının 50-60’ların da üstüne çıkacağını düşünüyoruz. Türkiye’nin altyapısının ve elektrikli araçlara bakış açısının hızla değişiyor olması da bizim avantajımız. Öte yandan regülasyonda, finansal piyasada veya ekosistemdeki belirsizlikler de zorlayıcı olabiliyor; hızlanmamızı sekteye uğratabiliyor. Orta uzun vadede yüzde 100 elektrikli araçlardan oluşan bir ürün gamına ulaşacağımızı öngörüyoruz ama kısa vadede kimi adımları yavaşlatıp kim adımları da hızlandırmamız gerekecektir. Bu çerçeveden hareketle Türkiye’nin bugünkü koşullarını da baz alarak, globale paralel biçimde 2030’lara gelmeden en az yüzde 50-60 ve sonrasında tüm alanlarda elektrikliye dönme hedefinde ilerlediğimizi söyleyebilirim. Biz aslında Kore ve Japonya’nın da dahil olduğu Region Overseas dediğimiz Avrupa dışı ülkelerde yer alıyoruz. Bu grup içinde şu an en yüksek elektrifikasyon oranına sahip ülkeyiz. Mercedes- Benz’in toplam satışı içerisinde bizim satış oranımıza ulaşan çok az ülke var. Türkiye’nin elektrikli araçlara destek veren vergilendirme sistemi de bunun sebeplerinden biri elbette. Bunun için umutluyuz; globale paralel olarak hızlı adımlarla elektrifikasyona geçiyoruz diyebiliriz.
KONUDAN FARKLI OLARAK MERAK ETTİĞİM BİR SORU VAR; TÜRKİYE COĞRAFYASINDA
ASLA ELEKTRİFİKASYONA DÖNEMEYECEĞİNİZ BİR SEGMENT OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?
Elektrifikasyonu iyi anlamak gerekir. Bizim de bulunduğumuz D-E-F gibi klasifikasyonları olan üst segmentlerde elektrifikasyon daha yüksek. Premium setin tüketicileri inovasyon ürünlerini kabul etmekte çok daha hızlılar. Gelir düzeyleri zaten üst seviyede olduğu için evindeki tek aracı değil; bu altyapıyla elektrik araçları ikinci ya da üçüncü seçenek olarak kullandığında herhangi bir handikap hissetmesi mümkün değil. Performans olarak da bir benzinli ya da dizel araçtan farklı değil; aksine artı özellikleri var. Elbette bu segmentin hitap ettiği tüketicilerin çevre bilinci de çok daha yüksek; emisyonsuz sürüşe katkı sağlamayı herkesten daha fazla arzuluyor. O anlamda Premium segmenti temsil eden bir marka olarak hiçbir zorluk yaşamayacağımızı düşünüyorum. Elektrifikasyonun tüm toplum tarafından kabul edilmesi biraz zaman alacak gibi görünüyor. A-B-C dediğimiz düşük segmentlerde tüketici benzinli ya da dizel motor arasında fiyat karşılaştırması yaparken uzun menzilli, iyi bir elektrikli alternatif bulamazsa -ki şu dönemde çok az sayıda ürün piyasaya giriyor- biraz geriye çekiliyor ve elektrikli araçla ilgili kafasında bir soru işareti oluşuyor. Ama 2-3 yıl içinde bu tereddütlerin azalacağına eminiz. Hem markaların ürünlerine yaptığı yatırımlar hem de model paletindeki gelişim, bize müşterilerin taleplerini karşılayan ürün sayısında anormal bir artış olacağını gösteriyor. Alt segmentler için de benzer bir durum söz konusu. Altyapının gelişmesi ve teknolojideki iyileşmelerle birlikte elektrifikasyona dönüşüm de hızlanacak. Bundan 4 sene önce ortalama 300-400 km menzili olan elektrikli otomobiller bugün 450-550 km aralığına gelmiş vaziyette. İki yıl sonra 750-900 bandını konuşacağımızdan eminim. Tüketicinin menzilde yetersiz kalma endişesi böylece ortadan kalkmış olacak. Bunu aştığımızda pek çok zorluğun da üstesinden geleceğiz. Öte yandan, elektrifikasyonun ekosistemdeki yeri ve zorlukları bir süre için daha geçerli olacak.