DEFNE KOZ
Benan Kapucu ve Defne Koz’un kıtalar arası, multidisipliner ve güncel diyaloğu.
Röportaj Benan Kapucu
QP Women: 90’ların başından beri kariyerinize sayısız tasarım ve onlarca uluslararası ödül sığdırdınız. Tasarımlarınız geniş bir yelpaze içinde çeşitlenip gelişse de “öz” başından beri hep aynı: Duru, içten ve net. Tasarımlarınızın “zamana dayanıklı” olmasını sağlayan bu “öz” olabilir mi?
Defne Koz: Bir tasarımcıyı diğerinden ayıran, yeni bir şey söyleyebilen, trendleri bir adım öteye taşıyabilen; bir yandan da özgün bakış açısını ortaya koyan estetik bir dile sahip olması. Benim ifade dilim de -senin dediğin gibi- duru, yalın, agresif olmayan, net bir dil. Yumuşak ama kuvvetli, bildik ama yenilikçi. Tezat gibi gözükseler de rahatlıkla birbirlerini tamamlayabiliyorlar. Birini görünce diğerini hatırladığınız, aynı elden çıkmış ama hep yenilikçi olmaya devam eden içten bir lisan. Alışagelmiş gözükmekle birlikte, bakıldığında tutulduğunda insanı heyecanlandıran, kalıcı bir lisan. Kimi zaman materyaller, farklı kullanım alanları ve kullanım biçimleriyle yaratıcı, kimi zaman ise yaklaşımı ve fikirleriyle bir ruhu yansıtan. İfade dili kendi kişiliğini yansıtıyorsa ve bu dili doğru kullanıp, yenilikçi fikirlerle birleştirebiliyorsan, kendi akımını yaratmış oluyorsun. Ben bu lisanla, bu dille var oluyorum; mecburiyetlerden yola çıkarak oluşan bir dil değil, özgün düşüncelerin toplamı. Kendi bakış açımı kendi dilimle ifade edip, kullanıcıların hayatında nasıl yer edinebileceğimi düşünüyorum. Ve ölçeği ne olursa olsun, farklı senaryoları dikkate alarak tasarım yapıyorum. Duyuları harekete geçirmek, en önem verdiğim şey. Günlük yaşamda duyduğum, gördüğüm, okuduğum her şey iyisiyle, kötüsüyle beni çok etkiliyor. Bilinç altında biçimlenen birikiminizi bir süzgeçten geçiriyor ve bu dil aracılığıyla ürünlerinizi buluşturuyorsunuz. Bu arada o süzgeci yapan da sizsiniz, sizin kişiliğiniz!
QPW: Köklerinize bakarak, ait olduğunuz 133 kültürün değerlerini güncel kılıp geleceğe yönelik ürünler yapma fikri, Milano’da mesleğinizin başındayken tasarladığınız “İlk” sandalyenden başlayarak bugüne hep benimsediğiniz bir yaklaşım oldu. Medusa kamyon lastiğindeki dantelimsi desenlerde de görüyoruz bunu, ikonik çay bardağı serisinde de… Nostaljik değil, aslında gelecekçi bir tavır bu, öyle değil mi?
DK: Biraz olsun geçmişime sahip çıkıp günümüze uyarlayabiliyorsam, bu tasarımcı olarak görevimi yapıyorum demek. Derin bir kültürden gelmiş olmanın önemli bir avantaj sağladığı muhakkak; ama bu sorumluluk da getiriyor. Bir obje tasarlarken gelenek dünyası, antik kültür beni çok cezbediyor, ama tasarladığım objenin -eğer ki bir gün seri üretime dönüşürse- endüstriyel materyallerle üretileceğinin ve dünyadaki steril mağazalara dağıtılacağının da bilincindeyim. Materyal kültür (yani günlük yaşamda kullandığımız objeler, davranışlar, eski gelenek görenekler gibi) en önemli referansım ama günlük yasam için yeni vizyonlar sunmak mecburiyetinde olduğumu biliyor, bunun sorumluluğunu taşıyorum ve bunun bizim vermemiz gereken bir mücadele olduğuna inanıyorum. Yerel kültürü, endüstri tasarımının global kültürüne bağdaştırmaya çalışırken; yüzeysel bilgiler ile yola çıkılırsa, düşülebilecek en büyük tehlike stilizm. Buna düşmemek için, işin özünü derinliğine bilmek gerek. Zanaat geleneğimiz, öylesine derin ve zengin ki bu süreci anlamamız seneler sürebilir. Ama bu yapılmalı. Çünkü bu kültür yok olursa bir daha yerine konamaz ve yeniden yaratılamaz.
QPW: Kültürel kodlardan ve köklerden söz etmişken eşiniz Marco Susani ile birlikte yürüttüğünüz, İtalyan ve Türk tasarım kültürlerinden beslenen, Amerika merkezli ama küresel çapta müşterileri olan ofisinizden de söz etmek gerek. “Sınırların belirsizleştiği bir dünyada bulutların arasında dolaşmak” diye tarif etmişsiniz bu çalışma biçimini…
Bu sorunun cevabını ve röportajın geri kalanını merak edenleri, QPW No:3’ün 132. sayfasına davet ediyoruz. Dergiye abone olmak için ise abone@qpmagtr.com adresinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.