Saat Tutkunu Vittorio Zagaia
AVV Yönetim Kurulu Başkanı Vittorio Zagaia yüksek saatçiliğin yaşattığı hissiyatlar üzerinden saat tutkusunu anlattı. Zagaia ile vintage saatlere olan merakını, İtalyan yönünün beğeni algısına etkisini ve hayalindeki saate kavuşmak için gereken zamanı konuştuk. Röportaj Beran Toksöz Fotoğraf Özkan Önal
QP: İlk saatinizi hatırlıyor musunuz?
VZ: Camel Trophy, 1989 ya da 1990 yılıydı, Camel Trophy’lerin ilk popüler olduğu zamanlardı. İş hayatına yeni atılmıştım, saatlerle olan ilk yakınlaşmamdı ve reklamlarla benim dikkatimi çeken ilk modeldi, hala zaman zaman kullanırım.
QP: Aslen İtalyan olmanız yüksek saatçiliğe bakış açınızı etkiliyor mu?
VZ: İtalyanlığım konusunda muhafaza ettiğim şeylerin başında tasarımdaki detaylara hayatımın her alanında önem vermem geliyor. İtalyan tasarımının alanı çok geniş, modadan otomobillere kadar uzanıyor. Genel olarak saat alırken de bu kültürün bütünlüğüne dikkat ederim ama nadiren de olsa çizginin dışına çıkıyorum.
QP: Kendinizle özdeşleştirdiğiniz bir saat üreticisi ya da model var mı?
VZ: Model olarak düşünürsek bu soruya tek cevabım Patek Philippe Aquanaut olur. Ancak marka bazında tercihim Rolex’tir.
QP: Seyahatlerinizde ne tür saatler kullanmayı tercih edersiniz?
VZ: Seyahatin iş veya tatil odaklı olmasından ötürü yanıma iki saat alırım. Biri daha resmi bir saat, diğeri ise tatil moduna uygun bir model. Her ikisini de yanıma aldığım kıyafetlerle beraber düşünürüm.
QP: Saat alırken marka kimliği sizin için önem teşkil ediyor mu?
VZ: Saat alırken marka kimliği belli bir oranda etki ediyor, o da saatin kalitesiyle alakalı oluyor. Aldığım saatin tarihi ya da hikayesi benim için daha önemli. Bir modelin kalibresindeki teknik detaylara oranla hikayesi beni daha çok etkiliyor. Sadece görüntü olarak beğendiğim bir modeli genelde tercih etmiyorum, günlük kullanım için ünlü markalara ait olmayan birkaç modelim var fakat, saatin bir argümanı olması benim için daha önemli. Ama hepsinin temelinde saati taktığımda bana hissettirdiği duygular ağır basıyor.
QP: Peki asla takmam dediğiniz bir model ailesi var mı? Pilot saatleri, kronograflar ya da dalış saatleri ailesine ait bir modeli asla kullanmam diyor musunuz?
VZ: Aşırı olan saatleri takmam, buradaki aşırılık kasa çapının ölçüleriyle alakalı. Şu an devasa kasalı saatleri görüyoruz, bu saatler bana konsept dışı geliyor. Bu modellerin mesaj verdiğine ya da ruhu olduğuna inanmıyorum. Benim için saatler vücudun parçası gibi gözükmeli.
QP: Sizin vintage saat merakınız olduğunu da biliyoruz, bunun temeli nedir ve hangi saatler üzerine yoğunlaşıyorsunuz?
VZ: Eski saat merakının altında o saatlerin yaşanmışlıklarının bana iletildiği hissiyatı var. Yurt dışına gittiğimde muhakkak iki saat butiğini ziyaret ederim, bunlardan biri normal bir butik, diğeri de vintage saat satan bir butik olur. Örneğin Paris’de sadece vintage Rolex satan bir mağaza var, mağazanın kendisinde bir yaşanmışlık olduğunu anlıyorsunuz. Bazılarının ilk kullanan ben olayım diye bir takıntısı vardır, benim için bu geçerli değil. Başkalarının tecrübelerini yaşamış bir saati almak bana daha çok haz veriyor.
QP: Hedefinizdeki saat nedir?
VZ: Patek Philippe Aquanaut, ama onun için kendimi hazır hissetmem lazım. Hazır hissetmekten kastım kendimi o saati takacak yaşantıya adapte etmek ya da onu hak etmek.
QP: Peki bu Patek Philippe Aquanaut’u ikinci el almayı düşünür müsünüz?
VZ: Onu düşünmem, çünkü az önce bahsettiğim yaşanmışlığın kendi yaşanmışlığım olmasını tercih ederim.
QP: Bileğinizde Türkiye’de aşina olunmayan bir model var, hikayesini anlatır mısınız?
VZ: Bu İtalya’dan bugüne kadar aldığım ikinci saat, bir Giuliano Mazzuoli Manometro. Markanın sahibiyle tanışmıştım, idealist ve inandığı gerçeklerden taviz vermeyen biri. Belki bu sebeple çok fazla bilinilirliği yok fakat, bir ölçü cihazından esinlenerek saat üretmesi ve bu modeli farklı bir hikayeyle sunması beni etkilemişti.