WARHOL’LA ORTAK BİR YANINIZ OLABİLİR
Sanat felsefesi sanatın niteliğini, sanatçının üretim süreçlerini ve sanat tüketicisinin sanat eseri karşısında edindiği deneyimi incelerken yaratıcılık felsefesi aslında çok daha geniş bir soru soruyor.
Yazı EDİZ AKATLAR
“Eskiden içiyordum. Sanırım 20 yıl boyunca her öğlen yemeğinde içtim. Tekrar ve tekrar aynı şeyi.” ― Andy Warhol
Pop-Art’ın belki de en ünlü ismi Andy Warhol’un bu sözlerine bakınca aklımda beliren ilk soru “yaratıcılık nedir?” oluyor. 20 yıl boyunca her öğlen içtiği çorbayı ona “Campbell Coup Cans Series” isimli en meşhur sanat eserlerinden birine dönüştürten o deha kıvılcımı nedir, nereden geliyor diye merak ediyorum sonra.
Cevabı bulmak için 21’inci yüzyıl felsefecilerinin güncel tartışmalarının en üst basamaklarında bulunan “yaratıcılık felsefesi” iyi bir başlangıç noktası gibi görünüyor. Fakat bulundukları evrende aynı çekim noktasında birbirlerinin etrafında dönen yaratıcılık ve sanatın çarpıştığı bir noktaya varıyorum. Hızlıca, yaratıcılık felsefesini, sanat felsefesinden ayrıştırmam gerekiyor. Çünkü bir tanesi, diğerinden daha büyük bir alanı tutuyor. Nasıl mı?
Sanat felsefesi sanatın niteliğini, sanatçının üretim süreçlerini ve sanat tüketicisinin sanat eseri karşısında edindiği deneyimi incelerken yaratıcılık felsefesi aslında çok daha geniş bir soru soruyor. Çünkü hayatta sanat alanını aşan pek çok yaratıcı eylem bulunuyor. Duşta aklımıza gelen onlarca harika fikir, tıpkı Leonardo Da Vinci’nin akıl almaz fırça darbelerine benziyor. Newton’un kalkülüsü keşfettiği an ile Beyonce’nin “Single Ladies” şarkısının üretim süreçleri arasında bir benzerlik var. Kulağa sıradan mı geliyor? İşte yaratıcılık felsefesi, tam olarak böyle bir yerde, sanat felsefesinin aristokrat alanından başka türlü, sınıflandırması ve isimlendirmesi tamamen size kalan, ‘birçok şey üstü’ bir yerde duruyor. Hal böyle olunca, yaratıcılık felsefesi de kendine daha geniş bir soru alanı buluyor.
“Yaratıcılık nedir?” ile başlayan sorgulama peşi sıra şu soruları beraberinde getiriyor: Yaratıcı bir ürünün veya eserin koşulları nelerdir? Herhangi bir şeyin yaratıcı olduğuna nasıl karar veririz? Yaratıcı süreç bir rotada mı işler veya kuralsız mı olmalıdır? Çoğunluk kuralsızlıktan yana oyunu kullanıyor. Yaratıcılık bilimsel olarak açıklanabilir mi? Ve çoğunluğun “hayır” cevabını verdiği bir soru daha; Yaratıcılık öğretilebilir mi? Burada uzmanlar ikiye bölünmüş durumda. Son ve en güncel olarak ise, yapay zeka yaratıcı olabilir mi? Bu soruyu Chat- GPT’ye sormayı deneyebilirsiniz.
Ama sahiden, nedir yaratıcılık? Bir Pazar sabahı Agora’da öylece dolaşıp, pazardan taze meyveler alırken yolda rastlaştığımız bir Antik Yunan gencine yaratıcılığın ne olduğunu sorsaydık, “muse” adı verilen ilham perileri tarafından kutsanmış ve kulağına şarkılar söylenen başka bir gencin resmini çizerdi belki de bize. Fakat modern insanın dünyasında ilham perilerine yer olmadığı için, soru 2023 yılının Mayıs ayında biraz daha çetrefilli bir hal alıyor. Bazen insan o eski günleri özlüyor.
O eski günleri pek de özlemeyen, modern felsefenin en önemli figürlerinden ünlü 17’inci yüzyıl düşünürü Immanuel Kant bu soruya kaçak ve gizemli bir yanıt veriyor.
Kant, yaratıcılığın hayal gücünün özgür oyununun bir parçası olduğunu, öğrenilebilir veya öğretilebilir olmadığını savunarak onu daha da gizemli bir köşeye doğru itiyor. Kısacası yaratıcılığın açıklanamaz bir durum olduğunu söylüyor. Halbuki kendisi “İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme” isimli harika eserinde insanın anlama yetisinin sınırlarına doğru bir yolculuğa çıkmıştı. Sanırım yol, yaratıcılığın başladığı yerde patikalaştığı için burada güvenli bir alana gitmeyi tercih etmiş.
21’inci yüzyılın daha yalın ve sistematik açıklamalar sunmayı amaçlayan düşünürleri, yaratıcılığı yenilik kavramı üzerinden açıklamayı denediler. Ama burada da şöyle bir sorun çıktı: Ne gerçekten yeni ki? Her şey eski olanın yeniden üretilmesi değil mi? Sanatçı, bilim insanı, duşta aklına o harika fikir gelen biri, hepimiz “eski” bir şeyleri “yeniden” bir araya getirerek bu eylemi gerçekleştirmiyor muyuz? Warhol’un sözlerine baktığımızda apaçık bir “evet” cevabı alıyoruz bu soruya.
Böyle olunca yepyeni bir soru çıkıyor ortaya: “Koleksiyonerlik de yaratıcı bir üretim süreci değil midir? Belirli başlı üretimleri bir araya getirmek, onları belirli bir dizgede tutmak ve sunmak, sanatsal üretimin bir parçası değil midir?”
Sanat felsefesinde, bir eserin sanat eseri olma statüsünü ona veren durumun onun tüketicisinin ürünü sanat eseri olarak algılaması olduğuna dair oldukça kuvvetli bir iddia var. Yani sanatın ondan anlayan birileri olmadan mümkün olamayacağına, yalnızca sanatçılardan oluşan bir dünyada sanat diye bir şeyden bahsedilemeyeceğine dair bir iddia bu. Warhol’un sözlerine bakınca çok daha anlam bulan bir iddia.
Şimdi duvarınızdaki o tabloya, çekmecenizdeki tüm saatlere, rafınızdaki araba modellerinin diziş biçiminize tekrar bakın, ve kendi yaratıcılığınızın, yeniden üretme biçiminizin keyfini çıkarın.