HER ŞEYİ DEĞİŞTİREN SAAT

  • 275 SHARES

90 yıllık eşsiz bir Rolex, James Dowling’in yüksek saatçiliğin en ünlü markalarından birinin şanına ve sektörün yaşam gücünü pekiştiren icadına tekrar göz atmasına sebep oldu.

Rolex 1927’de gerçekten parmak ısırtan bir şey yaptı: diğer firmaların daha önceki çabalarından farklı olarak olağandışı gözükmeyen ya da hissettirmeyen ve günlük olarak takılabilecek, gerçekten su geçirmez bir kol saati piyasaya sürdü. Deneyimli bir Rolex tutkunu, bu ezber bozan tarihi modeli türünün ilk örneklerinden biri olarak hatırlayacaktır: ilk jenerasyon Rolex Oyster.

Yukarıda verdiğimiz tarihe göre bu saat 90 yaşında olmalı. Fakat bazı işaretler bize aslında saatin bir yıl daha geri gittiğini gösteriyor. Ünlü İngiliz yüzücü Mercedes Gleitze’ye aynı yılın Ekim ayında Kanalı yüzerek geçerken takması için verilen ilk modellerin üzerindeki tarih 1927 olmasına rağmen, Oyster’ın tasarlanması ve prototipinin üretilmesi 1926’ya dayanıyor. Bu sebeple bahsi geçen model tamı tamına 91 yaşında bir prototip.

Rolex’in kurucusu Hans Wilsdorf hiçbir zaman bir saat ustası olmadı. Wilsdorf, bütün yasal belgelerinde mesleğini “tacir”, diğer bir deyişle alıp satan bir kişi olarak belirtmiş. Bunun anlaşılması önemli çünkü Wilsdorf’un firmayı yönettiği elli yılı aşkın süre boyunca Rolex şu anda olduğu gibi sıfırdan saat üretmiyor, saat parçalarını birleştiriyordu. Mekanizmalar, kasalar, kadranlar, bilezikler ve diğer bütün parçalar farklı firmalardan satın alınıyordu. Wilsdorf’un piyasadaki boşluğu görmek konusundaki yeteneği sayesinde Rolex, sıradan parçaları alarak özel bir şey olarak sunma kabiliyetine sahipti. Bugün yaşasaydı Wilsdorf’un bir pazarlama dâhisi olduğunu söyleyebilirdik ve Rolex Oyster’ın hikayesi bu yeteneğin en büyük örneği.

1. Dünya Savaşı’nda görülen siper savaşları, kol saatinin cep saatine kıyasla avantajlarını ortaya koymuştu ve Rolex kol saatine geçişten faydalanan ilk saat üreticilerinden biri oldu. Fakat takip eden yıllarda sivil kol saati kullanıcılarının iki şikayeti oldu: birincisi, bunlar eski cep saatleri kadar hassas değildi; ikinci olarak da yağların toz ve aşınma döküntüleriyle kuruması ya da mekanizmaların su girişine yenik düşmeleri nedeniyle kol saatlerinin cep saatlerine kıyasla daha sık servise götürülmeleri gerekiyordu.

Birinci sorun beklenebilecek bir şeydi çünkü daha küçük mekanizmalar daha küçük balans çarkları anlamına geliyordu. Wilsdorf alıcıların önyargılarını saatlerinin birçoğunu hassaslıklarını kanıtlamak için İsviçre ve Kew laboratuvarlarında test ettirerek aşmaya çalıştı. Bu durum, Rolex’in en büyük COSC sertifikalı kronometre üreticisi olması itibariyle bugün de devam ediyor.

Toz ve suyun mekanizmayı işgal etmesine dair ikinci sorunun çözümü ise birçok kişinin denemesine rağmen çok daha zordu. Örneğin, Victoria döneminde kaşifler tarafından kullanılan cep saatlerinde kurma tepesinin üzerine yerleştirilen ve saatin gövdesine ufak bir zincirle tutturulan vidalı bir kapak kullanılıyordu ki bu, vidalı kapağın altına sığacak son derece ufak bir kurma tepesi gerektiren acemice bir sistemdi. (Bu tasarım, tesadüfen, Cartier tarafından 1990’larda Pasha ile tekrar kullanıldı.)

rolex02
1926 yılına ait Oyster’ın çıkarılmış vidalı arka kasa kapağı

Su geçirmez bir saat üretmeye yönelik ilk girişimler, 1920’lerin başındaki “sızdırmaz” kasalı saatlerle geldi. Bu örneklerde saat tamamıyla ikinci bir dış kasanın içine yerleştiriliyordu ve bezelin vidasının çıkarılması ve saatin menteşesi üzerinde döndürülmesi suretiyle kurulabiliyor ve ayarlanabiliyordu. Bu tasarımın, kasada altın veya gümüş kullanılması nedeniyle, iki önemli sorunu vardı. Her ikisi de yumuşak metaller olduğundan, bezelin her gün vidasının çıkarılması vida yivlerinin ve bezel kertiklerinin aşınmasına yol açıyordu; vida yivlerinin aşınması saatin su geçirmezlik özelliğinin ortadan kalkmasına sebep olurken, bezel kertiklerinin aşınması da bezel vidasının çıkarılmasını zorlaştırıyordu.

Dikkatli bir okuyucu, bu ilk girişimlerin her ikisinin de istenmeyen maddelerin en bariz giriş noktası olan tepenin korunmasına odaklandığını fark edecektir. Amaç, tepenin korunarak su geçirmez kılınmasıydı ve Mayıs 1926’da kader duruma müdahale etti.

rolex03
Fazla popüler olamayan Octagon kasa

Wilsdorf, İsviçre patent sicilini kullanabileceğini düşündüğü herhangi bir şey için araştırmayı adet edinmişti ve 114948 sayılı patent de bu tanıma uyuyordu. Başvuru La Chauxde-Fonds’dan Paul Perregaux ve Georges Peret adlı iki bey tarafından yapılmıştı ve kasadan dışarı uzanan dişli bir tüp üzerine vidalanan kurma tepesine yönelik bir sistem öngörüyordu. Tepe normal konumda olduğu ve ekstra bir kapak veya kasa tarafından engellenmediği için, kullanımı daha kolaydı ve dolayısıyla satış başarısı elde etme olasılığı daha yüksekti; Wilsdorf patenti sahiplerinden almakta gecikmedi ve birkaç ay içerisinde Rolex Oyster piyasadaydı.

Ya da kabul gören tarih bu şekilde, fakat yakın zamanda yapılan araştırmalar hikayeyi düzeltiyor. 2010’da ABD Ulusal Saat Koleksiyoncuları Derneği (NAWCC) Bülteni’nde yer alan bir makalede, saat tarihçisi David Boettcher patentin 19 Temmuz 1926’da La Chaux-de-Fonds’da bir kasa üretim firmasının sahibi olan Charles Rodolphe Spillmann’a devredildiğini ortaya koyuyor. Bundan beş gün sonra ise, Spillmann tarafından Wilsdorf’a devredilmiş, fakat devir ilginç bir şekilde doğrudan Rolex’e değil Wilsdorf’un kendisine yapılmış. Ve yine beş gün sonra, 29 Temmuz’da Bay Wilsdorf “Oyster” ticari markasını tescil ettirmiş ve paket tamamlanmış: kasa, tepe ve isim, hepsi yerli yerine oturmuş.

Ben, Spillmann’ın Wilsdorf tarafından patente olan ilgisini gizlemek için kullanılan bir aracıdan daha öte bir role sahip olduğuna inanıyorum. Benim görüşüme göre Spillmann, Perregaux/Perret patentini Wilsdorf’a getirerek bu tepenin kendisi tarafından yakın zamanda icat edilen su geçirmez bir kasa ile birleştirilmesinin dünyanın ilk su geçirmez saatini nasıl yaratacağını açıkladı. Bu teoriye dair elimde bir kanıt olmamasına rağmen, 1926 yılına ait Oyster prototipindeki kasa arka kapağının iç kısmında yer alan imgeye bakarsanız, en altta ufak bir çekiç başı görürsünüz. Bu, İsviçreli bir kasa üreticisinin damgası; bunun içerisinde de 136 sayısı yer alıyor ve bu sayı kasanın La Chaux-de-Fonds’dan C. R. Spillmann & Cie tarafından üretildiğini gösteriyor. Bu işaret, altın Rolex Oyster kasaların ilk örneklerinin hemen hemen tamamında bulunuyor ve Spillmann’ın firmasının bunların tamamından sorumlu olduğunu gösteriyor.

Mekanizma doğrudan kasanın gövdesine tutturulmadığı için orijinal Oyster kasanın tasarımı oldukça ilginçtir. Kasa üç parçadan oluşmaktadır: boynuzların tutturulduğu kasa bloğu ile her ikisi de vidalanan ayrı bezel ve kasa arka kapağı. Mekanizma, kadran ve ibreler, harici olarak vidalanan yivlere ve saat 3 konumunda bir delikle saat 9 konumunda bir pime sahip metal bir halka içerisinde yer almaktadır. Halka, kasa gövdesinin içine yerleştirilir ve saat 9 konumundaki pim de kasadaki deliğe yerleşir; tepe ve kurma aksı daha sonra saat 3 konumundaki deliğe yerleştirilir ve bezel ile kasa arka kapağı da yerlerine vidalanır.

Bu dönemde Rolex saatlerinde sadece metalden metale temas kullanıldığını belirterek hiçbir tıkaç veya kösele conta kullanılmadığına dair reklam yapmıştı; bu doğruydu fakat kasa arka kapağının içerisinde mükemmel bir şekilde sızdırmazlık sağlamak amacıyla bir conta kullanılmıştı. Ne var ki bu, kasa arka kapağının yüzeyindeki mekanik işlemede bulunan bozukluklara tolerans sağlamak için vidalandığında deforme olan ince bir kurşun tabakadan yapılmıştı.

Kasanın şekli “yastık” olarak bilinir; bu tasarım yüzyılın yirmili yıllarından itibaren Rolex ve diğer firmalar tarafından kullanılmıştı ve Rolex bu tasarımı 2. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar kullanmaya devam etti. Oyster aynı zamanda alternatif bir kasa stili olan Octagon’la da lanse edildi fakat bu model hiçbir zaman Cushion (yastık) kadar popüler olmadı ve firmanın kataloglarında on yıldan kısa bir süre yer alabildi; bunun sebebi de muhtemelen o zaman bile eski moda olarak görülmesiydi.

rolex04
Mercedes Glietze’nin 1927’de kanalı yüzerek geçmesine atıfta bulunan bir reklam

Dönemin bütün Rolex saatlerinde olduğu gibi, mekanizmalar Bienne’de Aegler tarafından üretildi ve bu özel mekanizma 10½ Hunter olarak biliniyordu: 10½, linye olarak boyutu (23,7mm) ifade ederken, “Hunter” da saat tasarımının düzenine işaret ediyor, kurma tepesinin açık yüzlü bir cep saatindeki gibi saat 12 konumunda değil, bir avcı cep saatinde olduğu gibi saat 3 konumunda olduğunu (kadranın üzerine kapanan bir kapakla) belirtiyordu. Mekanizmalar üç versiyona sahipti: Prima, Extra Prima ve Ultra Prima. Bunların tamamı 15 taşlı kalibrelerdi ve aralarındaki tek fark yapımlarından sonra tabi tutuldukları zamanlama testleriydi: en iyi yüzde 10’a Ultra Prima adı verilirken, az hassas olanlara Prima, bunların ikisi arasında performans gösterenlere de Extra Prima adı verildi. Bu kasada da görüldüğü gibi, Ultra Prima saatlerin kadranlarında genellikle bu özellik belirtilmişti.

1930’ların ortalarında, Rolex kompleks üç parçalı Oyster kasadan, bezelin kasa gövdesine dahil edildiği ve mekanizma tutucunun kaldırıldığı daha basit olan iki parçalı tasarıma geçti. Bu tarihlerde, Spillmann Oyster hikayesinde ortadan kaybolmuş gibi görünse de aslında bu sürekli değildi. 1960’larda “C.R.S.” kısaltması Rolex kronografların kasa arka kapaklarının iç kısmında görülecek ve bu ilişki yirmi yıl kadar devam edecektir. Bu ayrıca yastık kasanın da sonu değildi: 1930’ların sonlarında Rolex bu kasanın büyük bir versiyonunu o dönemde pek tanınmayan bir İtalyan üretici olan Officine Panerai için üretti. En azından bu cephedeki diğer hususlar, saat dünyasının efsaneleri olarak kaldı.

Bu Rolex için de geçerli. Saatler 1940’ların sonlarına doğru ebat olarak büyürken Oyster’da yapılan harici değişikliklere rağmen, kasanın temel tasarımı 1950’lerin başlarına kadar neredeyse sabit kaldı ve 1950’lerin sonlarında (orijinal Oyster’ın piyasaya sürülmesinde olduğu gibi) yeni bir kasa ve tepe bir arada geldi. Tepeye Twinlock (çift kilit) adı verilmişti ve tahmin edersiniz ki su geçirmezliği sağlamak için iki conta kullanılmıştı; bu model ilk etapta 50m’ye kadar su geçirmezlik garanti ediyordu ve saat kasalarının su geçirmezlikleri konusunda gerçekten çığır açan bir gelişmeye işaret ediyordu.

Rolex 1953’te ayrıca daha ağır, fakat döner bir bezele sahip, iki parçalı bir kasa piyasaya sürdü; bu ilk olarak 60 dakikalık işaretlerin bulunduğu bir bezel parçasına sahip 6202 Turn-O-Graph’ta kullanıldı. Kronografın su geçirmez bir alternatifi olarak pazarlanan bu model, ticari bir başarı yakalayamadı; fakat Rolex tarafından yapılan en ikonik saatlerden biri olan Submariner’in temelini oluşturdu. Ertesi bahar, İsviçreli kaşif Jacques Piccard’ın denizaltı aracına monte edilen özel olarak üretilmiş bir Rolex ile yaptığı tarihi batiskaf dalışından sonra bu model Basel Fuarı’nda lanse edildi.

Yıllar içerisinde, 1960’larda Sea Dweller ve 2008’de de Deepsea ile kasa ve tepelerin birbirlerine paralel gelişimleri devam etti. Rolex, 60 yıllık iki parçalı kasa tarihini terk ederek, ana kasa gövdesi içerisinde ayrı bir mekanizma halkasına sahip orijinal Oyster tasarımına geri döndü. Bugün, 90 yaşındaki tasarımın 21. yüzyıla uygun bir şekilde performans gösterme kabiliyetine sahip olduğu ve bazen ilerlemenin başlangıç noktanıza geri dönmek anlamına geldiği kanıtlanmış durumda.

Fotoğraflar: Christopher Beccan