YÜKSEK MODA ÜLTİMATOMA KARŞI

  • 76 SHARES

Arayışların ihtiyaçlardan fazlasına dönüştüğü noktada, moda dengeleyici unsur olarak ortaya çıkmak zorunda kalmıştır belki de?

Yazı SELİN KAR

Konuya biraz ciddi girelim mi? İnsanoğlu, homo sapien’lerin ilk ortaya çıkışından beri süregelen bir evrimin içerisinde. Milyonlarca yıl önceye dayanan bu değişim ve dönüşümle birlikte ihtiyaçlarımız, insanın kendine personalar yaratmasıyla ifade ediş noktasında sayısız yollar açıyor. Hızlıca ileri saralım şimdi… Arayışların ihtiyaçlardan fazlasına dönüştüğü noktadaysa, moda dengeleyici unsur olarak ortaya çıkmak zorunda kalmıştır belki de? İnsanoğlunun zamana kayıtsız kalarak geçirdiği evrimin beraberinde moda da bundan payını alarak kendi evrimini farklı disiplinlere yönelterek kıyafetler yoluyla iletişim kurmanın bir parçası haline gelmiş diyebilir miyiz? Bundan en büyük payı kendine çıkaran spor dünyası olmuş olabilir. Sporcuların sahada, kortta, ringde kendilerini ifade edebilmeleri, bu ifade edişin haklı gururuyla üzerlerinde taşıdıkları kıyafetlerle onları sahneye çıkarır.

Yüksek moda kültürünü oluşturan markaların retrospektifinden baktığımızda, oyunun içine dahil olanların ‘spor giyim’ altında kendilerine yer edindikleri ortada. Tüm spor müsabakaları arasındaysa belki de herkesin saygı duruşunda bulunduğu bir dal olarak karşımıza tenis çıkar. Ralph Lauren, Fred Perry ve Lacoste uzun yıllar oyunun ana oyuncularıyken Fila, Nike, Adidas, Prince son dönemde yardımcı oyuncular kategorisinden hızla yükselişe geçenler. Diğerlerine göre bir hayli sofistike, biraz elitist ve estetik disiplini daha yüksektir tenisin. Tenis oyuncuları bu çağrışımlara neden olan sahiplenmeyi, yaptıkları spordan bağımsız olarak korttaki duruşları, tavırları ve elbette kıyafetleriyle sergilerler.

Peki nereden geliyor tüm bu statüko? 1877’den beri prestijli çim kortları, köklü gelenekleri, eleme maçları ve yıldızlar geçidi topluluklarıyla İngiliz yazının merakla beklenen dünyanın en prestijli tenis turnuvası Wimbledon’ını bizi aydınlatabilir. Grand Slam’lerin içerisinde en önemlisi kabul edilen ve Wimbledon’ı diğer Grand Slam’lerden ayıran özellikse, tenis turnuvasının tamamen beyaz olan belirgin imajından geliyor. Beyaz giysi kuralı, İngiltere kraliyet ailesi 1907 yılında Kral King George V önderliğinde Wimbledon turnuvalarını yerinde izlemeye karar verdiğinde ortaya çıkar. Kraliyet ailesi katılımının geleneksel hale geldiği turnuvada renkli kıyafet kullanımı kesinlikle yasaklanmıştı. Kraliçenin önüne iç çamaşırları, koltuk altının terli olarak çıkılmasının doğru olmayacağına karar veren yetkililer, yıllar önce katı kıyafet kuralları getirmişti. Editörün notu: Son Kraliçe II. Elizabet, bugüne kadar sadece 4 Wimbledon turnuvasını canlı izlemiştir.

1963 yılından beri ‘büyük ölçüde beyaz’ giyilmesi beklenirken 1995 yılında bu kural ‘tamamen beyaz’ şeklinde güncellendi. Giyim kurallarının ‘beyaza, kırık beyaz veya krem dahil değildir’ şartını koşarken bu kural, maçlar için olduğu kadar antrenman için de geçerliliğini koruyor. All England Lawn Tennis & Croquet Club’daki kortlarda oynanan turnuvada da kıyafet yönetmeliği giderek katılaşmasına rağmen, stiller ve siluetler yıllar içinde büyük ölçüde değişerek unutulmaz moda anlarına tanıklık ediyor. Yere kadar uzanan elbiselerden, pileli mini eteklere, korseler ve çoraplardan şok edici dantel şortlara ve hatta bembeyaz bir catsuit’e kadar 1880’lerden günümüze geçirdiği evrimi gözler önüne seriyor. Bununla birlikte, 2022’nin sonunda turnuvanın organizatörleri, oyuncuların dönem endişelerine bir selam olarak kadınların 2023 sezonunda Wimbledon’da ilk kez koyu renkli şort giymesine izin verdiğini duyurdu. Tam bu noktada geçen seneler içerisinde

bir flashback yaşıyor ve kuralı ihlal edenlerin listesinin bir hayli kabarık olduğunu hatırlıyoruz.

René Lacoste’un 1920’lerde logolu polo gömleği piyasaya sürmesinden bu yana, oyuncular oyunun geleneksel kurallar kitabının sınırlarını zorluyorlar. Arthur Ashe’in 1970’lerin sonlarında giydiği grafik üstlerini, Andre Agassi’nin renkli formasına bağlılığını, 1998’den 1990’a kadar Wimbledon’da tamamen beyaz kuralı nedeniyle oynamayı reddetmesini, tenisin efsane ismi Roger Federer’in 2013’te giydiği turuncu tabanlı beyaz sneaker’larını hatırlayalım örneğin. Pat Cash’in 1987’de siyah beyaz saç bandı taktığı için azarlanması ve kuralı protesto edenlerinse hayal kırıklığıyla karşılaşması gelsin aklımıza.

Katı kuralların esnetilmesine karşı alınan tavırların cevapsız kaldığını söylerken bu sene beklenmedik bir durum yaşandı. Geçen yıl Gucci’nin elçisi olan 2001 doğumlu tenisçi Jannik Sinner’ın kortta sınırları zorlayan tutumu herkesin kafasının karışmasına sebep oldu. Ünlü İtalyan modaevi Gucci’nin “Interlocking G” motifli spor çantasıyla sahaya çıkması, tenis dünyasında sınırların hala daha zorladığına işaret ediyor. Marka için kullanışlı bir tanıtıma dönüşen bu durum, Tenis Federasyonu ve Tenis Profesyonelleri Birliği’nin bir oyuncunun sahada beyaz olmayan lüks bir çanta taşımasına ilk kez izin verdiği an olarak tarihe geçiyor. Bu seneki turnuva aynı zamanda, sadece Sinner ile değil, lüks marka iletişiminin en yüksek olduğu dönem olarak not edilirken, sporlara ve atletlere yapılan yatırımların ne kadar fazla olduğunu da gösterdi. Rolex, Ralph Lauren, Louis Vuitton ve Hublot’nun aktivasyonunun önde geldiği bu yılki turnuvada, Wibledon’ın iki alan için de ilginç gelişmelere yolu açtığını anlatıyor.

Serena Williams ve Roger Federer gibi birinci sınıf oyunculara fırsat verilmezken, Gucci çantanın sahaya çıkarılması yüksek modanın her şeye uyum sağlamanın bir yolunu bulmuş olmasının bir göstergesi olabilir mi? Wimbledon için, Gen Z’nin korttaki hakimiyeti de eline almasıyla, ‘tamamen beyaz’ kuralını yeniden ve bir kez daha gözden geçirmesinin zamanı çoktan gelmiştir belki de?