LÜKS SEKTÖRÜ, NEYE LÜKS DER?
Size şaşırtıcı bir gelişme: Elektronik atıklar, değerli mücevher üreticilerinin sürdürülebilirliği üst seviyeye çıkarmasına yardım ediyor.
Yazı: Ming Liu
Bir röntgen filmi, cerrahi ekipmanlar, oyun konsolları ve devre anakartları: Bunların herhangi bir lüks tarafı varmış gibi görünmese de en yeni mücevherlerde görmeyi gittikçe daha fazla bekleyebileceğiniz türden şeyler. Bir dizi genç marka sayesinde, elektronik atıklardan altın ayırmak, mücevher ortamında gittikçe daha fazla konuşulan bir konu.
“İnsanlar tükettikleri şeyler ve atıklara ne olduğu konusunda eskiden çok daha az dikkatliydi, özellikle de e-atık konusunda,” diyor Londra menşeli Lylie markasını kuran Eliza Walter. “Kullandıkları teknoloji ömürlerini tamamladığında, onlara ne olduğunu düşünmek rahatsızlık verdiği için insanların bunu göz ardı etmesi bir sorun.” Walter 2017’de, tasarımlarında yüzde yüz e-atık ve toplanmış altın kullanma sözü veren bu mücevher markasını kurdu. Tasarımcı çok rahatsız edici bir istatistik hatırlıyor: Dünyadan çıkarılan bir ton maden filizi 30 gr altın anlamına gelirken, aynı miktarda e-atıktan 300 gr altın elde edilebiliyor. Bu olgulardan yola çıkan Walter’ın böyle bir iş yaklaşımı geliştirmesi hiç de zor olmamış.
Bugün e-madencilik sürdürülebilir tasarımın gelişmekte olan bir alanı. Dizüstü bilgisayar, cep telefonu ve ev cihazları gibi ürünlerden toplanan altın ve başka metaller, Lylie gibi yeni mücevhercilerin yanı sıra Paris’teki Vendôme Meydanı’nda bulunan Courbet –yüksek mücevherciliğin spiritüel yuvası– gibi mücevhercilere de tedarik sağlıyor.
“Courbet bayrağını tam da yüksek mücevherciliğin geleneksel merkezine dikmek önemliydi,” diyor kurucu ortak Marie-Ann Wachtmeister. Courbet ismini Vendôme Meydanı’nın tarihinde önemli bir rol oynayan ezber bozucu, asi sanatçı Gustave Courbet’den alıyor ve Wachtmeister markayı 2018’de tanıttığında, “sürdürülebilirlik lüks segmentinin umurunda değildi veya en azından o zamanlar bu alana girebilmesi mümkün değildi,” diye belirtiyor. “Sektörü dönüştürmemiz gerekiyordu –hem de tam kalbinden– ve bunu yapmanın en iyi yolu en lüks segmentti.” Markanın en çok satan koleksiyonları arasında yer alan Pont Des Arts (ismini Paris köprüsünden alır), laboratuvar ürünü pırlanta bezeli, altın bir kilit etrafında geliştirildi. Alternatif olarak, genç, minimalist bir tasarım olan Let’s Commit koleksiyonu, saten bir kordona dizilmiş uğur boncuğu- benzeri mücevherlerden oluşuyor ve her satışın yüzde 15’i farklı amaçlar için bağışlanıyor.
Herkes gibi bu genç markalar da güvenilir kaynak bulmanın en büyük zorluk olduğunda hemfikir. Ekiplerinin özenli olması, altın kaynağının yüzde yüz e-atıktan gelmesi ve başka metallerle, hatta yeni olanlarla karışmadığından kesinlikle emin olunması zorunlu. Sarah Müllertz, sağlık sektöründen ve teknoloji ekipmanlarından gelen, özel bir Münih firmasının tedarik ettiği metalleri kullanan Danimarkalı mücevher markası Kinraden’in kurucusu ve tasarımcısı. Kinraden’e odaklanmak için mimarlığı bırakan Müllertz, inşaat sektörüyle kıyaslandığında mücevher sektörünün sürdürülebilirlik konusunda ne kadar geride kaldığına şaşırdığını söylüyor. Ve mücevhercilik de tıpkı mimari gibi yeni şeyler yaratmaya dayanan bir meslek olduğundan “sevdiğim işi yaparken aynı zamanda daha iyi bir geleceğe katkı sağladığım, kendime aynada dürüstçe bakabileceğim noktayı bulmam gerekiyor hala,” diyor. Hiç şaşırtıcı olmayan biçimde, Kinraden’in tasarımları çok güzel mimari ve yapısal özellikler taşıyor, mesela Antik Yunan sütunlarını hatırlatan Stilos koleksiyonu bunlardan biri.
Kinraden’in ötesinde, tıp sektörü bu alanda zengin bir geri dönüştürülmüş metal kaynağı olduğunu ispatlamış durumda. Britanya’nın en eski üreticisi Royal Mint bile artık 886 serisi için atık gümüş topluyor. Geçen yıl e-atık altın kullandığını açıklayan 886, geri dönüştürülmüş röntgen filmlerinden kaynağı tespit edilebilir gümüş topluyor ve bunlar nihayetinde sade ve minimalist çok satanlar arasında yer alan kol düğmelerini, mühür yüzükleri, düğme kolye uçlarını süsleyecek.
Yeni bir marka olan Oushaba –Arapça “alaşım” kelimesinden türetilmiş– bu trende konuya tam anlamıyla tazeleyici bir dönüşüm katıyor. Connection Salvaged adını taşıyan çıkış koleksiyonu, her gün görüp kullandığımız elektronik aletleri –şarj kablolarını, USB bellekleri, fişleri ve cep telefonu devre kartlarını düşünün– göz alıcı mücevherlerin merkezine yerleştiriyor. Dahası, bunlar en iyi altından (22 ya da 18 ayar geri dönüştürülmüş altın) veya gümüşten yapılıyor ve sürdürülebilir biçimde toplanmış pırlantalarla, yakutlarla, safirlerle, zümrütlerle süsleniyor (özellikle sonuncusu Ascent devre kartı kolyeleri [Ascent circuit board necklace] gibi ürünlerde kendini gösteriyor). Geleneksel döküm tekniklerinin kullanıldığı mücevherlerin hepsi, üç nesildir aynı aileye ait olan Sicilya’daki bir atölyede elle yapılıyor. İleri teknoloji parçalarının nesillere dayanan mücevher maharetiyle birleşip böylesi ilginç biçimde melezlenmesi özellikle eğlenceli ve eşsiz parçaların ortaya çıkmasını sağlıyor ve bunlar bu yazın sohbet konuları olacak şüphesiz.
“Lüks nedir, atık nedir?” diye soruyor Oushaba’nın kurucu ortağı Gillian Carr. “Lüks sektörünün günümüzde neye lüks dendiğini yeniden düşünmesi gerek. Nadirlik ve az bulunurluk bakımından yapılacak hala çok şey var. Parçalarımız sipariş üzerine İtalya’da, geri dönüştürülmüş eşsiz elementlerle yapılıyor. Yani geleneksel bakımdan atık sayılsa bile kesinlikle bir lüks unsuru var.”
Mücevherci ve uzman bir “define avcısı,” aynı zamanda bu kapsamlı düşünmenin önünü açan Ruth Tomlison, “Gözden kaçmış olabilecek materyalleri ve kıymeti bulmak hep ilgimi çekti,” diyor. Onun alanı e-atıktan ziyade bulunmuş materyaller: Kutsal yapraklardan insan saçına; Tomlison’ın “reddedilmiş taşlar” dediği, başka mücevhercilerin mükemmel bulmadığı için attıklarına kadar her şey. İster Thames kıyısında ister Kauai plajlarında bulunmuş olsunlar, o en çok bu “rastgele keşiflere” bayılıyor. Yerleşik kurumlar bunu gözden kaçırmadı: 2022’de V&A Müzesi onun Thames’te bulunmuş (Tomlison’ın çamur arama lisansı var elbette) tek tek parçalardan yapılmış –aralarında Roma Döneminden kalma olduğu düşünülen cam boncuklar da var– Time Capsule [Zaman Kapsülü] yüzüğünü satın aldı. V&A küratörü onun tasarımını “geçmişin ustalığı ve kaybolmuş dünyaların izleriyle dolu” diyerek övdü. “Bunlar tarihi, yüzyılların molozunu ve Londra’nın gelgit bölgesini kadim medceziriyle anlatıyor.”
E-atık sayesinde mücevhercilik sürdürülebilirlik konusunda çok geç kalınmış bir tartışmaya başladı. Lylie’nin doğa-temalı, organik formları markanın ruhunda somutlaşırken, arzu edilen trendlere de sadık kalıyor: Pırlantalı Whirlwind Storm yüzüğünün yığma trendini kısa ömürlü, heykelsi benimseyişi gibi. Bu marka başta ismini e-atık kadar laboratuvar üretimi veya geri dönüştürülmüş antik pırlantalarla duyurdu (“Topraktan yeni çıkarılmış pırlantaların yakınına bile yaklaşmıyoruz,” diyor Walter). Ayrıca kısa süre önce müşterileri, markada harcayacakları kredi karşılığında artık takmadıkları mücevherleri kendilerine göndermeye davet etti. O zaman altın gelecekteki Lylie takıları için yeniden dökülebilecek ya da biçimlendirilebilecekti ve program o kadar popüler oldu ki Walter bugün bütün altının bu programdan geldiğini söylüyor. (Müşteri ilgisine bir başka örnek: Müşteriler altınlarını göndermeden önce mücevherlerini mutfak terazilerinde tartmaktan mutlu oluyor).
“İnsanların sahip oldukları şeyleri yeniden düşünüp onlara değer vermesini ve bunlara ikinci bir yaşam şansı tanıyıp tanımamayı seçmesini sağlıyoruz gerçekten,” diyor koleksiyonlarının çevresel etkisini azaltmak isteyen mücevher severlere başka bir seçenek sunan bu programı yürüten Walter. Gelecekte daha fazla bu türden seçeneğin doğması dileğiyle.