MINUTE REPEATER NEDİR?

  • 146 SHARES

Zamanı gösteren ve bir şekilde onu seslendiren minute repeater komplikasyonunun tarihi ve tekniğine dair detaylı bir inceleme.

İhtiyaçlar, yeni icatlar doğurur. Minute repeater komplikasyonu nezdinde bu tespit geçerliliğini koruyor. Fakat minute repeater kol saatlerine entegre edilmeden çok öncelerinde çan sistemi başta Uzak Doğu, ardından Orta Doğu ve ertesinde Avrupa’nın şehir merkezlerindeki saat kulelerinde kullanılmaya başlanmıştı. 10. ve 11. yüz yıllarda Çin, antik su saati sisteminden esinlendikten sonra 12. yüz yıl başlarında ise Suriye bu sistemi Avrupa’ya biraz daha yaklaştırmıştı. Ardından 13. ve 14. yüz yılla beraber Avrupa’da, özellikle de İtalya’da bu konuda büyük bir atılım oldu.

Her saat için bir gong sesi; bu, kültür alt katmanlarından din ve tapınma zamanları için bir göstergeçti. Dönem papazlarının çoğunluğunun saat ustası sıfatına sahip olmaları da bu yüzdendi. Zaten saatlerin bu aşamada üst düzey bir teknikaliteye sahip olması söz konusu değildi. Zaman kavramının dahi modern anlamda yeni yeni günlük yaşama girmesi sadece saatin kaç olduğunu önemli kılıyordu, çeyrek saatler ya da yarım saatler önemsizken, dakikaların pek de bir anlamı yoktu. Saat ustaları bu açıdan şanslıydı, tek bir dişli sistemi zamanı görselleştiriyordu, ikinci bir sistem ise onun sesini duyurabilirdi. İkinci dişli sistemi saat başına bir tur atan kam sayesinde çanların ne zaman harekete geçeceğini belirliyordu. Basit bir sistemdi ve çan, saat onu gösteriyorsa on, biri gösteriyorsa bir kez çınlıyordu. Fazla sayıdaki çınlama sesi bir kesimi rahatsız etmiş olacak ki bu sistem daha sonrasında Roma Rakamları üzerinden farklı bir kurguya gitti. ‘V’ için alçak tondan bir çınlama, ‘I’ içinse yüksek tondan bir çınlama gerekiyordu, ‘X’ ise iki ‘V’ olarak, yani iki kısık ton demekti. Saat 11’de on bir gong sesi yerine üç gong sesi duyuluyordu (iki düşük ton ve bir yüksek ton), 8’de de sekiz yerine dört ses duyuluyordu. Fakat 17. yüz yıl ortalarında geliştirilen sistem cep, kol ve masa saatlerinin gündelik yaşama tam anlamıyla sızmasına az bir süre kala ortaya çıktığı için ömrü de fazla uzun sürmedi.

Saat kuleleri, masa ya da cep saatleri kullanım ömrünü yavaş yavaş tüketmeye başlamıştı ancak, komplikasyon olarak minute repeater’lar gerçek anlamda 20. yüz yılın ortalarına kadar etkinliğini korumaya devam edecekti. Mekanik sistem ilk haliyle gayet basitti, aynı zamanda amaç odaklı çalışıyordu. Dişli salyangoz (rack & snail) konsepti merkeze farklı uzaklıktaki dişlerden oluşan kamın salyangoza benzemesiyle bu adı almıştı. Kamın dönüşüne bağlı olarak ikinci dişli sisteminin her saat başında harekete geçmesiyle dişli üzerindeki çekiç çana gerektiği sayıda vuruş yapıyordu. Anlaşılacağı gibi sistem yüksek bir teknik bilgiye ihtiyaç duymuyordu fakat, dönem şartları düşünüldüğünde ikinci bir dişli sistemi dahi maddi olarak zorlayıcı sayılabilirdi. Tabii bu maddi anlayış sadece birkaç yüz yıl öncesi için geçerli değil, Minute repeater’ların bugün altı haneli (kimi durumlarda yedi) rakamlardan satışa sunulması iki basit dişli sisteminin çok ötesinde mühendislik altyapısıyla dizayn edilmesinde yatıyor. Sistemlerin tekniği artık sıradan bir insanın anlayabileceği sınırı geçti, materyal kullanımı ses mühendislerinin direktifleri doğrultusunda belirlenirken kimi zaman müzisyenler de en doğru çınlamayı yakalayabilmek için yüksek saatçilik markalarıyla ortaklığa girdi. Sonuç olarak hem teknoloji, hem de ihtiyaçlar sadece en kullanışlı olan parçaların evrimine olanak tanıdı.

Thomas Edison ampulü büyük kitlelere ulaştırabilecek teknolojik yeterliliğe 1883 yılında ulaşmıştı. Marie Curie ise eşi Pierre’le beraber radyumu bulduğunda takvimler Eylül 1898’i gösteriyordu. Dünyanın karanlıkta da aydınlık kalmasını sağlayacak teknolojik altyapının bugünkü gelişmişliğe ulaşması için onlarca yıl gerekiyordu. Saatlerin gece görüş özelliğine sahip olması için de takriben böyle bir zaman dilimine ihtiyaç vardı. Fakat Avrupalı soylular için zamandan haberdar olmak, üstelik her daim bu bilgiye kolayca erişebilmek hem bir ihtiyaç hem de bir prestij meselesiydi ve saat kulelerindeki çan sisteminin bir şekilde kol ve cep saatlerine de adapte edilmesi gerekliydi. Repeater özellikli saatlerin kronolojisi iki önemli döngüye sahip. Bunlardan ilki Abraham Louis Breguet’nin pratik ve dahi sistemine dayanıyor. 17. yüz yılın sonlarında saatlere yerleştirilen repeater komplikasyonu 1783’te Breguet’nin halka şeklindeki çanıyla farklı bir seviyeye ulaştı. Mekanizmanın etrafını saran metal çan repeater sisteminin artık çok daha küçük hacimli saatlerde de kullanılmasının önünü açtı. Bununla beraber çınlamalardaki harmoninin kalitesinde de hissedilir oranda artış yakalandı. Abraham Louis Breguet daha sonra da ‘All or Nothing’ sistemiyle repeater’ların hassasiyetine katkıda bulundu. ‘All or Nothing’ repeater’ı harekete geçiren yayın her zaman tam verimle çalışmasına, dolayısıyla sürgü ya da düğmenin aktivasyonuyla başlayan çınlamaların eksiksiz bir şekilde görevini yerine getirmesine odaklanmıştı. Breguet’nin bu iki hamlesi repeater komplikasyonunun hacmini küçültürken hassasiyetini de artırmış oldu. Tabii devrim niteliğindeki atılımlar komplikasyonun saatlerdeki nihai gelişmişlik noktasını belirlemiş oldu.

Louis Brandt & Frères henüz Omega değilken, hatta onlara bu isim konusunda ilham verecek olan ‘Omega’ kalibresini yaratmamışlarken dahi minute repeater’lar konusunda büyük bir atılım yapmıştı. İsviçreli üretici bu fonksiyonu 1892 yılında kol saatine yerleştiren ilk marka olmuştu. Kasanın sol tarafına yerleştirilen sürgü sayesinde fonksiyonu harekete geçiren model tasarım olarak bir cep saatini anımsatıyordu. Fakat zamanına göre zarif bir duruşu ve her şeyden önce de minute repeater komplikasyonu vardı. Louis Brandt & Frères’in bu hamlesi diğer büyük üreticilerin de önünü açmış oldu. Patek Philippe, Jaeger-LeCoultre ve Vacheron Constantin gibi markalar Abraham Louis Breguet’nin teknik stratejileri üzerinden farklı modeller üretti. Tourbillon ya da perpetual calendar kadar görsel çeşitliliğe izin vermeyen minute repeater’larda fark yakalamak için maison’lar harcamaları artırarak çınlama sesleri ve bir dönem sonra da materyaller üzerinde yoğun mesai sarf ettiler. Komplikasyon bazında görsel değişikliğe alan tanımayan modeller (kasa arkasındaki safir cam sayesinde görülebilen çekiçleri saymazsak) ses ve tekrarlayıcı aralıklarında değişikliğe giderek benzersiz olmak istemişti. Erken dönem repeater’ların kullanıcılarının istekleri doğrultusunda 5, 7.5 ve 15 dakikalık tekrarlarla çınlamak için tasarlandığı düşünülürse bu pek de zor değildi. Asıl nokta komplikasyonu ufaltabilmekti. Cep saatlerine dahi zor bir şekilde yerleştirilen bu sistemin kol saatlerinde kullanılabilmesi için ustaca minyatürize edilmesi gerekiyordu, sürecin zor ve en çok zaman alan yanı buydu. Ancak saat ustalarının minute repeater’lar konusunda şanslı olduğu bir nokta vardı; bu saatler ne olursa olsun bir eşe daha sahip olamıyordu. Aynı kasa, çan, çekiç ve materyalleri dahi kullansanız tam anlamıyla aynı tonu duyamıyordunuz. Yüksek saatçiliğin en mekanik ve en eşsiz modellerinin birçoğunun minute repeater’lar olmasının arkasında da bu parmak izi etkisi var, her model için farklı bir parmak izi. 20. yüz yılın ortalarına kadar minute repeater’lar popülerliğini korudu, fakat 1950’lerden 1980’lere kadar sektör onlara pek hoş davranmadı. Teknolojik atılımların mekanik hassasiyeti gölgediği dönemde maison’lar da bu komplikasyona sırtını döndü. Ardından Patek Philippe’in ilk adımı atmasıyla 1990’larla beraber yüksek maliyetli parçalar tekrar butiklere girdi. Bu, aynı zamanda gelişen teknolojik alt yapı sebebiyle minute repeater’ların karakterinde de değişiklik zamanı demekti.

Rekabetin bu çekişme içinde yer almayan bizler için en güzel tarafı dışarıdan birçok etkileyici hamleye tanık olabilmemizde saklı. 20. yüz yılın ortalarında Patek Philippe ve Vacheron Constantin gibi markalar toplamda 100 tane minute repeater bile üretmemişti. Patek Philippe bu komplikasyonun en etkileyici sesi verebilmesi için çaba sarf ederken Vacheron Constantin ise bu kadar teknik bir sistemi mümkün olan en ince kalibreyle sunmaya çalışıyordu. Malta Cross’un izlediği yol gözle görülür bir etki bıraktığı için genel kanıyı daha çabuk şekillendirdi. Tarihi maison 2013’te yılların getirdiği tecrübeyle en ince minute repeater’lı kalibreyi üretti, kalibre 1731 yalnızca 3.9 mm idi. 1992’de tanıttığı 3.28 mm’lik kalibre 1755 platformunun üzerine geliştirilen mekanizma 8.09 mm’lik bir kasayı da beraberinde getirdi. 2014’ün başında iki marka daha incelik alanında iki farklı rekor kırdı. Önce Jaeger-LeCoultre, Master Ultra-Thin Minute Repeater Flying Tourbillon’la otomatik kurmalı kalibreyi, flying tourbillon’u ve minute repeater’ı şimdiye kadarki en ince kasayla sundu (7.9 mm). Hemen ardından da Bulgari Octo Finissimo konsepti üzerinden dünyanın en ince tourbillon’lu saatini üretmişti ve en ince minute repeater’lı mekanizmanın yolu da açılmıştı. 1.95 mm’lik tourbillon fonksiyonlu kalibrenin iki yıl sonrasında (Baselworld 2016) Bulgari Octo Finissimo Minute Repeater’ı 3.12 mm kalınlığındaki mekanizmayla sundu. 6.85 mm kalınlığındaki kasanın titanyum oluşu halihazırda narin olan modeli aynı zamanda azami hafiflik limitlerine de yaklaştırmıştı. Erken dönem Ref. 4261 Vacheron Constantin’leri görmezden gelirsek (1941 ve 1942’de 40 taneden az üretilen minute repeater komplikasyonlu 3.1 mm kalınlığındaki kalibrelere sahip modeller) Bulgari modern zamanların en etkileyici minute repeater’lı kalibreleri BVL 362’leri üretmiş oldu.

Bu yıl minute repeater’lar adına etkileyici bir hamle daha oldu. Ancak bu kez başrolde görsellik yoktu, tam tersine Panerai kendi maskülen kasa kimliğine hiç dokunmadan ve tekrarlayıcı sistemiyle çan sayısında genel kuralların dışına çıkarak Radiomir 1940’a Minute Repeater Carillon Tourbillon GMT’yi ekledi. Kasanın arka kısmından da görülebilen çanlar 15 dakika yerine 10 dakikalık tekrarlarla repeater fonksiyonunu harekete geçirmeyi tercih etmişti. Bu sistemin avantajı daha az çınlama sayısında yatıyordu. Örneğin saat 10:28’i gösterdiğinde bu model saat için 10 tek çınlama, 20 dakika için iki üçlü çınlama ve dakika için de 8 tek çınlama yapıyordu. 15 dakikalık repeater’dakine oranla daha az çınlaması hem teknolojik hem de pratik bir sistemdi. Modelin iki artısı daha vardı, ilki iki katmanlı kasasıydı. Kasa bu yolla içindeki hava boşluğunun yardımıyla daha temiz bir ses iletimi yapabiliyordu. İkinci artı ise pazarlama bazında modelin GMT fonksiyonuna etki etmişti. Minute repeater ikinci zaman diliminde de etkindi ve bu yolla satış esnasında insanların dikkatini daha çok çekiyordu. Kasa arka kapağından görülebilen çanlar da görsel zenginlik anlamında gerekeni veriyordu. Ses netliği konusunda flanşa bağlı iskeletleştirilmiş kadran elementlerinin iletim gücünden yararlanan modelin bir benzeri de Jaeger-LeCoultre’un daha önceki minute repeater’larından tanıdıktı. Jaeger-LeCoultre’un Master Minute Repeater’ı bize kasa ne kadar açıksa (ya da iskeletleştirilmiş ise) çınlamalar o kadar yüksek ve net bir şekilde duyulabilir tezini canlı şekilde öğretmişti. Ancak Jaeger-LeCoultre’un modeldeki pembe altın tercihi kompakt kasanın daha etkili bir materyalle nasıl ses vereceğini de sorgulamamıza neden oldu. Maison’un çanları ve ses dağılımı başarılıydı fakat, altın her zaman minute repeater’ların inhibitörü olmuştu. Neyse ki Hublot kasa materyallerinde kendini limitleyen bir üretici değildi ve kafamızdaki soru işaretlerini gidermeye yönelik bir hamle yaptı. Markanın Classic Fusion ailesindeki Minute Repeater’ı ilk olarak titanyum kasayla sunulmuştu. Sonuçlar ses bakımından tatmin ediciydi, kısa bir süre önce aynı model limitli sayıdaki karbon fiber kasayla sunuldu. Altın ve paslanmaz çelik türevlerinin çınlamalara nasıl ters etki yaptığı da bu aşamadan sonra belli oldu. Model, çekiçlerin çana yaptığı vuruşları en net şekilde iletiyordu ve daha önce pek de karşılaşmadığımız tecrübeleri bize yaşattı. Hublot’nun bize bunu tecrübe ettirmesinin altında başka bir etmen daha vardı, o da cathedral gong’du. Ancak söz konusu cathedral gong olduğunda Patek Philippe’e yönelmek daha akılcı olur. Marka bu anlamda öncü ve cathedral gong’lar alanında en büyük söz hakkına sahip. Cathedral gong sisteminin temelinde mekanizmanın etrafını saran halka şeklindeki çanın biraz daha uzun olması yatıyor. Modele göre çanın uzunluğu değişse de genelde normale oranla çanlar 1.5 ya da 2 kat daha uzun oluyor ve bu yolla daha tiz ve katedral çanı sesine yakın bir ses üretiyor. Markanın Ref. 5374’ü ailenin bu serideki en değerli üyesi. Cathedral gong’ların oldukça kibar bir tonu var fakat, Audemars Piguet’nin bu yılın başında çıkardığı saat odak noktasına ses tonunu alıyor. 2015’te konsept olarak tanıtılan model SIHH 2016’da gerçeğe dönüştü, Royal Oak Concept Supersonnerie EPFL (École Polytechnique Fédérale de Lausanne) ile sekiz yıllık bir çalışmanın sonucu. Hafifliği sebebiyle seçilen titanyum kasa içerisinde EPFL ile yapılan işbirlikleri sonucu nihai mükemmelliğe ulaşan bir sistemler bütünü var. Bu sistemler bütünü üç başlıkta toplanabilir: İlk basamakta çekiçler için tercih edilen materyal var. Paslanmaz çeliğin kullanıldığı çekiçlerde özgül ağırlık, biçim ve boyut uzun araştırmaların sonucunda ortaya çıkan çözümler. Bununla beraber normal minute repeater’larda çanların çıkardığı ses direkt olarak kasa duvarına iletilirken Audemars Piguet’de bunun önüne geçmek amacıyla özel bir ses duvarı var. Bu ses duvarı sesi yansıtma konusunda rakiplerine karşı benzersiz bir avantaj sağlıyor. Son maddede ise çanların tekrarını düzenleyen sistemde gidilen değişiklik var. Burada da yeni bir kurgulama yapan maison daha parlak bir sesin oluşmasına izin veriyor.