Her Şey Nasıl Başladı?
Saatler en başından beri insanlığın yararına çalışmıştı, fakat anıtsal saatlerde mekanik sistemler hiçbir zaman bugünkü kadar sade değildi. Yazı Erçağ Akın
Zaman kavramı 14. yüzyılda henüz bu kadar gelişkin değildi, insanlar Güneş’in konumuna göre aydınlık ve karanlık evrelere dikkat ediyordu. Saatin kaç olduğundan ziyade Ay’ın ve yıldızların gökyüzündeki pozisyonu önemliydi, buna göre mevsim ve gelgitlerin zamanı tahmin yoluna gidilerek tahmin edilebiliyordu, böylelikle günlük yaşama adaptasyon kolaylaşıyordu. Tabii bunun olabilmesi ortada yıldızların ve uyduların durumunu gösteren simgeler olması gerekiyordu. Galileo Galilei’nin 1564’te doğduğunu düşünürsek ve ilk astronomik saat olan Astrarium’un Giovanni de Dondi tarafından 1364’te bitirildiğini de hesaba katarsak dönem saatlerinin aslında pek de güvenilir olmadığını söyleyebiliriz. Fakat yadsıyamadığımız bir başka gerçek de onların aslında kusursuz mekanik parçalar olduğudur.
14. yüzyıl sonlarında gelişmeye başlayan anıtsal saat tasarımları şehirlerin önemli merkezlerine ya da meydanlarına yerleştiriliyordu. Amaç tarıma dayalı ekonomik politikalar üreten toplumlara mevsimler yardımıyla yol göstermekti. Bu saatleri tasarlayanlar tabii ki de saat ustaları olarak adlandırılmıyordu. O dönemde genel olarak matematikçiler, astronomlar ve fizikçiler yerel zanaatkarlarla beraber çalışarak bu eserleri ortaya çıkarıyordu. İlk örnekler tarihi olması sebebiyle oldukça önemliydi ve takdir edersiniz ki birçoğu günümüze kadar gelemedi. Fakat gerçek anlamda amaca yönelik çalışan parçalar coğrafi keşiflerden sonra başladı. Çünkü bahsettiğimiz bilim insanları kaşiflerle dünyayı gezerek farklı yerleri ve teknikleri öğrenmeye, aynı zamanda da bilimsel verilerin gelişimine bağlı olarak kaynaklarını artırmaya başlamıştı. Bu birikim meyvelerini vermeye başladıktan sonra gerçek anlamdaki ilk büyük anıtsal saat Prag’da karşımıza çıktı. ‘Prague Orloj’ olarak da bilinen eski şehir merkezinde bulunan saat, Ay ve Güneş’in pozisyonlarını gösteren bir kadrana, her saati İsa’nın havarilerinden birinin figürüyle gösteren bir sisteme ve madalyonlarla hangi ay içerisinde bulunduğumuzu gösteren bir başka mekanizmaya sahipti. Ayrıca kendisinin bir başka önemi de muadilleri arasındaki en yaşlı ve hala çalışan parça olmasında yatıyor. Ardından Normandiya’da bulunan ‘Gros Horloge’ yaratıldı, aslında modelin mekanizması 1389’da üretilmiş olsa da saatin tam anlamında bugünkü haline kavuşması 1529’u buldu. Saat daha çok takvimsel bir sisteme sahipti, Ay’ın fazlarını kadranın üst bölümünde gösterirken (Ay’ın döngüsü 29 gün üzerinden hesaplanmıştı) haftanın günlerini ise saat 6 pozisyonunda yer alan bir açıklıkta belirtiyordu. Fakat kendisi 1920’lerde elektronik bir mekanizmayla kendini değiştirdi, son büyük restorasyonunu da 1997’de geçirdi. Değineceğimiz son saat ise Strasbourg’daki Notre-Dame Katedrali’nde yer alan ve türünün üçüncü saati olan Strasbourg Astronomik Saati. İlk kez 1350’lerde bir saate sahip olan Katedral ‘Three Kings Clock’un otomaton ve gravürleri yüzünden bir anda popüler olmuştu. İncil’de yer alan karakterlerin de aralarında bulunduğu gravür ve otomatonlarla 7 metrelik genişliğe ve 18 metrelik yüksekliğe sahipti, tabii ki kendisi gök haritasındaki yıldızları gösteren bir takvim işlevini görüyordu. Ancak her güzel şey gibi kendisi de ömrünü tamamlamıştı ve onun yerine mekanik anlamda daha kompleks bir model üretildi. İlk modelden farklı olarak ikinci nesil Ay ve Güneş tutulmalarını da gösteriyordu, üstelik yıldızlara ek olarak bu kez gezegenler de sistem üzerindeki yerini almıştı. 1640’t gerçekleşen bir yıldırım çarpması otomatonlardan bazılarının bozulmasına sebep olmuştu ve saat 1788’te tamamen durana kadar görevini yerine getirdi. Katedralin üçüncü saati, 1842’de son haline kavuştu. İkinci modeldeki komplikasyonlara ek olarak her günü etkileyen gezegenin gösterimi de bu modelde yapılmıştı.
Strasbourg Astronomik Saati
Gros Horloge
Açılış görseli: Prague Orloj