Foundwell’den Alan Bedwell
Alan Bedwell, ‘şimdi almazsam, bir daha göremem’ hissi uyandıran objelerin peşinde bir antikacı. Ama yüzyıllık nesneleri kapsayan bu uğraşa, Foundwell ile yeni bir bakış açısı katmak istiyor. New York’ta, güneşli bir sonbahar gününde bu isteğini, “Çünkü ben antika değilim.” diyerek anlatıyor. Röportaj: Müjde Metin
QP: Foundwell’i ne zaman ve nasıl kurdun?
Alan Bedwell: Yaklaşık 7 yıl önceydi. New York’a erkek aksesuarları tasarımcısı olarak Ralph Lauren için taşınmıştım; öncesinde de Londra’dayken, Avrupa’daki bütün Ralph Lauren mağazaları için antika ev eşyaları seçiyordum. New York’ta tasarımcılıkla kariyerimde yeni bir yola geçtim derken, bir partide Bergdorf Goodman’ın başındaki kişiyle tanıştım. Antikalardan söz ettik ve bir anda Bergdorf Goodman için antika alımı yapmamı teklif etti. Ben de kabul ettim. Mağazanın görsel sorumlusuyla tanıştırıldım; o bir seçki yapmamı ve sonra onu aramamı söyledi; yaptım; geldi ve “iyi iş çıkarmışsın ama bu seçkinin dört katına ihtiyacım var” dedi. Ben de daha fazla yatırım yaptıktan sonra kürasyonum Bergdorf Goodman’da satılmaya başladı. Böylece Foundwell kurulmuş oldu.
QP: 7 sene; düşündüğümden fazlaymış.
AB: İnan öyle hissettiriyor da!
QP: Antika dealer’ı olarak rutinin neydi?
AB: Annem de Londra’da antikacılık yapıyor. Öncelikle antika işine onunla girmiştim. Ebeveynlerinden biri antika işindeyse, eninde sonunda mutlaka antika dealer’ı oluyorsun.
QP: Halbuki genellikle çocuklar ebeveynlerinin yaptıkları işlerden kaçıyorlar…
AB: Çok haklısın, ben de öyleydim. Tasarımcı olmak istiyordum. Lise ve üniversite arasında bir sene es verdim. O sırada bazı tasarım ajanslarında çalıştım ama çok keyif almadım. Babam finansla ilgileniyordu ve ben de daha garanti olduğuna inanarak işletme okurum, ileride istersem yine tasarıma yönelirim diye düşündüm. İşletmeden mezun olduğumda 11 Eylül olayları yüzünden piyasa çökmüştü ve iş bulmak çok zordu. Dolayısıyla para kazanabilmek için annemle çalışmaya başladım. Orada Ralph Lauren’in antika dealer’ı ile tanıştım, hamileydi ve doğumdan sonra da tamamen ailesiyle ilgileneceğini söyleyip, kendi pozisyonuna beni önerdi. 22 yaşındaydım ve moda sektörüne antikayla girmiş oldum. Ev eşyalarıyla başladığım iş, yıllar sonra New York’ta bana aksesuar tasarımcılığının kapısını açtı. Meğer o zamanlar benim için dönüm noktasıymış.
QP: En sevdiğin aksesuar nedir?
AB: Ah, zor bir soru. Ama kesinlikle, saat.
QP: Bugünlerde hangi saati takıyorsun?
AB: Brezilya ordusu için üretilmiş muazzam bir Universal Genève. Siyah kadranı ve bej renkli indeksleriyle tasarımını çok beğendiğim bir kronograf. 1950’lerin sonlarında üretilmiş. Yakınlardaki favori saatim bu.
QP: İşin dışında, kişisel olarak saat koleksiyonerliğine ne zaman başladın? Ya da şöyle soralım, saatlere merakın ne zaman başladı?
AB: Önceden annemin işini yapmak istemediğimden konuşmuştuk; annem mücevher antikacısı. Mücevher hiç ilgimi çekmiyordu ama o segmente dahil bir nokta vardı ki hep takip ediyordum: Saatler. 21. yaş günüme dek saatim yoktu; Speedmaster olan ilk saatimi ailem hediye etti. O saat sayesinde, tutkumun farkına vardım. Şimdi kendi koleksiyonumda 25 saatim var çünkü ben çok beğenmediğim sürece saat almıyorum.
QP: Saatlerde tasarımsal olarak en beğendiğin dönem hangisi?
AB: Smokin saati kategorisinin ilk örneklerini önemli buluyorum. Cep saatinden kol saatine geçildiği zamanlarda saat yapımcılığında çalışanlar bence birer dehaymış. Tarihteki en iyi saatlerin, kalibrenin boyunun entegre edilmesinden otomatik kurmalı mekanizmanın buluşuna kadar geçen sürede üretildiği kanaatindeyim. Öte yandan, herkes bugün smokin saati dediğimiz saatleri takıyorken, 50’ler ve 60’larda, spor, dalış, uçuş vb. gibi yeni yaratılan kategorilerle bu durumun değişmesini de hayli ilginç buluyorum. O dönemden kreatif ürünler çıkmasının nedeni de bu kategorizasyon.
QP: Antika yatırımı için en ideal obje hangisi? Saat mi?
AB: Evet, saatler yükselişte açıkçası. Ama birinci sırada sanat var. Bu konuda kadınlar sanata, erkekler ise daha çok saatlere yöneliyor.
QP: Antikaların nostaljik bir tarafı olduğunu düşünüyor musun?
AB: Hem de çok… Çünkü ne zaman baksan, zihnini geçmişe götürebilen nesnelerden söz ediyoruz. Aslında sanat için de aynısı geçerli. Ben heykel ve şiire meraklıyım. Bir heykelin yapıldığı ya da bir şiirin yazıldığı anları hayal ettiğimde, o zamanların çok daha kolay olduğunu hissediyorum. İnsanı oyalayacak çok daha az şey olduğundan, yaptığına konsantre olmak milyon kez daha kolaydı. Medya bombardımanı olmadan bir proje yaratmak daha sıkıntısız olmalı. Bugün bir şeyler yaratmak imkansız demiyorum elbette, bir sürü iyi sanatçı var. Demek istediğim geçmişte sanat ile doğan sonuçlar daha saf, daha kusursuzmuş. Bence hissettiğimiz nostalji de bu saflıktan kaynaklanıyor.
QP: Foundwell’de hikayelerini bildiğin parçalar var mı?
AB: Altı adet küçük bardağı olan golf çantası gibi görünen bir cocktail shaker vardı. Bu aslında önemli bir tarihi obje zira farklı bir şey gibi görünen ilk cocktail shaker. 1926’da Amerika’da üretilmiş. 30’lara kadar her şey olması gerektiği formda yapılıyormuş, sonradan fonksiyonaliteye kreatif bir perspektif eklenmiş. Devrim yaratmamış ama benim için bu shaker da o değişimi sembolize ediyor.
QP: Kendi koleksiyonundan parçaları Foundwell’e dahil ettiğin oluyor mu?
AB: Hayır, Foundwell’e iş olarak bakıyorum. Instagram’da kişisel olarak sevdiğim objeleri paylaştığım oluyor, insanlar bazen onlardan almak istiyor da. Ama cevap olarak hep, “Bunlar satışta değil” diyorum.
QP: Foundwell’e antika satın alma sürecin nasıl işliyor?
AB: Sıklıkla seyahat ediyorum. Ama online olarak takip ettiğim müzayedeler en önemlisi. Müzayede evleri arasında da pek seçim yapmıyorum çünkü nereden ne çıkacağı hiçbir zaman belli olmuyor. Küçücük bir müzayede evinden çok değerli bir parça çıkabiliyor. Ama tabii ünlü müzayede evlerinin de eşsiz enteresan etkinlikleri oluyor. Mesela geçen Eylül ayında Christie’s Ronald Reagan’ın koleksiyonunun olduğu bir müzayede düzenledi. Gerçekten inanılmazdı. Bir şey almadığında bile sana ilham veren böyle müzayedeler oluyor. Ben satışa çıkan nesnelere bakmayı, fotoğraflarını çekmeyi seviyorum. Yakın tarihte Foundwell’in kendi aksesuarlarının üretimine başlayacağız. Özellikle bu tür müzayedelerde ilham edinmek çok işime yarıyor.
QP: Bu aksesuarların tasarımlarını sen mi yapıyorsun?
AB: Evet, Foundwell’de satışta olacak. Ocak’ta bazı mağazalara giriyor.
QP: Foundwell’in galerisini açmayı düşünüyor musun?
AB: Çok! Bu Aralık ayında Dallas’ta pop-up bir mağaza açacaktım ama emin değilim, Christmas’ta, yani hediye zamanında, New York’ta olmamın Foundwell’e getirisi daha fazla olabilir. Yapmak istiyorum ama henüz doğru lokasyonu tespit edemedim.
QP: Aklıma FIAC’daki ikinci el saatlerin sergilendiği booth geldi…
AB: Öyle girişimler güzel ama bana uygun değil açıkçası. Ben yalnızca belirli bir dönemden obje toplayan biri bile değilim; hem Foundwell’de, hem de kendi koleksiyonumda önceliğim sadece estetik. Hatta kişisel koleksiyonumda 10 Dolar’a ve 10 Dolar’dan çok daha fazla meblağa aldığım objeler birlikte duruyor. Eskiden antika dealer’lığı çok sıkıymış; “değerli objeler” takıntısı… Ama değeri yalnızca fiyatlandırma belirlemiyor ki. Ben Antika dealer’ı olarak daha dinamik bir yaklaşımım olmasını, yalnızca ‘beğenimi’ paylaşan insanlara hitap etmeyi istiyorum. Viktoryandan 70’lere kadar uzanabilmeyi seviyorum. Zira daha 40’larımın başındayım; kendim antika bile sayılmam!
QP: Sürekli gittiğin antika pazarları nerelerde?
AB: Paris’te Clignancourt ve Londra’da Portobello. Ama internetle birlikte flea market’lardaki fiyatlar çok yükseldi.
QP: Vintage ve antika arasındaki ayrım, koleksiyonerler dışında genellikle karıştırılıyor… Son olarak, bunu nasıl yorumluyorsun?
AB: Tamamen zamandan dolayı farklılaşıyorlar; antika 100 yılı aşkın objelere deniyor, 1916’dan sonraki her şey ise vintage olarak kabul ediliyor. Ama ben İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesindeki tasarımları da antika olarak değerlendiriyorum. Bana göre 50’lerden sonrası ‘vintage’ anlamına geliyor.