Karl-Friedrich Scheufele

  • 729 SHARES

Fleurier’de yer alan ve sadece özel konukların ağırlandığı Chopard Forum’a davet edilmemizin üzerinde L.U.C manüfaktürünün yaratıcısı ve markanın CEO’su Karl-Friedrich Scheufele ile sohbet etme şansına sahip olduk. Scheufele, Chopard’ın yüksek saatçilik macerasını ve otomobiller dışındaki koleksiyon tutkusunu detaylarıyla anlattı.

Yüksek saatçilikte yer alan bu denli büyük gruplar arasında aile şirketi yönetmenin avantajları ve zorlukları nelerdir?
En büyük avantajı politik bir ortamın olmaması, iletişim daha basit ve sonuca kısa zamanda ulaşabiliyorsunuz. Karar aşaması da dolaylı olarak kısalıyor. Büyük gruplar dolambaçlı yollar izlemek zorunda kalırken biz direkt olarak hedefe ulaşabiliyoruz.

İçinde bulunduğunuz sektörün şu ana kadar yakaladığı en büyük başarıyı söyleyebilir misiniz.
Saat ustalığının profesyonel anlamda bir sektör halini alması yaklaşık 400 yıl öncesine dayanıyor. Teknik anlamda bu kadar eskiye dayanan başka bir alan biliyor musunuz? Ben bilmiyorum. Sürekli olarak yenilenmenin olduğu bir sektörde bana göre yakalanan en büyük başarı 1970’lerde mekanik saat yapımcılığının neredeyse bitmek üzere olduğu dönemde tekrar dirilebilmesidir. Ve bugün dahi tamamen elektronikleşen bir dünyada hayatta kalabilmesi de ayrı bir değer. İnsanların bu parçalara hala ilgi göstermesi, onların koleksiyonerliğini yapması bence saygı duyulması gereken bir şey.

Kız kardeşiniz Caroline daha çok mücevherler ve Cannes Film Festivali gibi sanatsal bölümlerle ilgilenirken, siz daha çok Mille Miglia ve yüksek saatçilik üzerine yoğunlaşarak markanın maskülen tarafını yansıtıyorsunuz. Tanıtım ve pazarlama sürecinde bu iki farklı karakter anlaşmazlıklara sebep oluyor mu?
Aslında hayır, bir taraf kadınlara hitap ederken diğeri erkekleri yakalamaya çalışıyor. Bunun yanında Mille Miglia herkese hitap eden bir yapıya sahip, etkinliğe gittiğinizde çocukları, hanımefendileri orta yaşını geçmiş beyefendileri görebiliyorsunuz. Sizin sorunuz özelinde enteresan olan bir dipnot da paylaşayım; örneğin bundan iki yıl önce Cannes Film Festivali’ndeki Gentlemen Evening etkinliğimize Mille Miglia’da yer alan bir Porsche’mle katılmıştım.

Bir saatte yer alan en önemli komplikasyon nedir?
Biz de modellerimizde yer veriyoruz diye öne çıkarıyormuş gibi görünmek istemem, fakat minute repeater bizim için gerçekten önemli. Bunun sebebini de komplikasyonun farklı bir duyuya hitap etmesine bağlayabilirim. Kendisi sadece bir komplikasyon değil ses de yaratabilen bir bileşen.

Chopard’ın başında olduğunuz uzun zaman boyunca en çok gurur duyduğunuz ve pişmanlığını yaşadığınız gelişmeler nelerdir?
En gurur duyduğum şey manüfaktürün baştan yaratılmasıydı, pişmanlıklarıma gelince de -ki pek fazla yok- bu işe daha erken başlamış olmayı dilerdim.

L.U.C gibi bağımsız bir manüfaktür fikri nasıl ortaya çıktı?
Fikir yeni bir manüfaktür binası yaratmaktı, mekanizmaları ya da genel olarak saatin bütününü ortaya çıkarabileceğimiz bir tesis kurmaktı. L.U.C böyle doğdu. Kendi mekanizmamızı yaratmak tabii ki de önemliydi fakat onu satabilmek de aynı derecede mühimdi, eğer satışını gerçekleştiremeseydik elimizde sadece bir kalibreyle kalakalırdık.

İlk kalibrenizi yaratırken karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
En zorlayıcı andan ziyade bunu bir süreç olarak tanımlayabiliriz, baştan sona kadar sabırlı olmamız gerekiyordu. Ben çok sabırlı bir adam değilim, bu durum bana sabırlı olmayı öğretti.

Peki lokasyon olarak neden Fleurier’yi seçtiniz?
Üretilecek olan ilk kalibrenin bir sır olarak kalmasını istiyordum, birkaç kişi ve Michel Parmigiani dışında ne aile içerisinde ne de Cenevre’de kimsenin bu ilk mekanizmadan haberi olmaması benim için önemliydi. Fleurier aynı zamanda sakin sessiz bir yerdi, Le Brassus kadar kalabalık ve herkesin iç içe olduğu bir bölge de değildi ve buraya gelip burada kalmaya karar verdik. Bir binanın üçüncü katını, hatta o katın sadece yarısını kiralayarak küçük bir atölye gibi işe başladık.

Ailenizin tutumu L.U.C’nin kaderini nasıl etkiledi? Bildiğim kadarıyla Mille Miglia operasyonu için ailenizi ikna etmekte zorluk yaşamıştınız.
İlk başta ailem neden manüfaktür kalibreler üretmemiz gerektiğini sorguladı. Onları Swatch Group’dan alabileceğimizi söylediler, ancak onlara kendi mekanizmalarımızı ürettiğimiz zaman özellikle erkek egemen yüksek saatçilik sektöründe daha güvenilir olabileceğimizi söyledim. Sunduğum bu sebepler de onları ikna etmeye yetti, tabii kendileri de değişimleri gözleriyle gördü ve bana destek verdi.

Chopard marka olarak birçok farklı alanla işbirlikleri yapıyor, şu ana kadar düşünüp de gerçekleştiremediğiniz bir ortaklık var mı?
Şu an işbirliği yaptığımız oluşumlar köklü geçmişlere sahip, ve bu benim için gerçekten önemli bir değer anlamını taşıyor. Sadece kazanç sağlamak uğruna bir etkinlikten diğerine koşan üreticileri görüyorum, otomobil sektöründen maddi çıkar sağlayabilecekleri için otomobillere, sanat etkinlikleri üzerinden değer yaratabilecekleri için sergilere yönelenler var. Bizim durumumuz çok farklı, onlara nazaran daha sadık bir tutumumuz var. O yüzden şu an için bu soruya hayır cevabını vermek istiyorum.

1988’den önce Chopard spor dünyasına bu kadar yakın değildi, bu aşamaya gelirken alınan radikal kararlar nasıl bir süzgeçten geçti? Sadece gördüğünüz bir fırsatı mı değerlendirmek istediniz?
Bu benin tutkumla ilgiliydi, Mille Miglia güzel bir fırsattı, ancak neden orada olmamız gerektiği sorusunun cevabını kendimize verebilmemiz gerekiyordu. Sonra babamı Mille Miglia’ya gelmesi için ikna ettim ve kendisi de bir otomobil tutkunu olan babam bu tarihi olaya hayran kaldı.

Peki neden başka bir otomobil etkinliğini değil de Mille Miglia’yı seçtiniz?
1987’de bir arkadaşım gelip bunu görmelisin diyerek beni Mille Miglia ile tanıştırdı. Bu arkadaşımın saatlerle hiçbir ilgisi dahi yoktu, ve Mille Miglia ile bir ortaklık fikri orada bir anda doğdu. Ardından organizasyon yönetimiyle (o zamanlarda bu yönetim sadece birkaç yakın arkadaştan oluşuyordu) görüşerek fikirlerimi sundum. Anlaşmamızdan sonra bugün Mille Miglia tarihi değerini ve prestijini daha iyi duyurma şansını kazandı, biz de özel bir koleksiyona sahip olduk.

Chopard’ın adını yüksek saatçilikte nasıl duyuruyorsunuz, markanın bilinirliğini artırmak için neler yapıyorsunuz?
20 yıllık bir dönemden bahsediyoruz, insanların markalar hakkındaki düşüncelerini tek gecede değiştiremezsiniz. Ayrıca sektörde az sayıda büyük ve nitelikli üretici de var, onları ve etkilerini yadsıyamayız. Benim fikrim sürekli olarak nitelikli işler ortaya koyabilmekti. Yenilikçi, istikrarlı ve başlangıçta yarattığınız fikirlere sadık kalabilmek önemli; bunun ardından doğru zamanda kendinizi gösterirseniz ki şu an yaptığımız bu, başarıyı yakalayabilirsiniz.

Birçok saat üreticisi yaptığı işi modayla bağdaştırıyor, sanırım siz bu fikre katılmıyorsunuz?
L.U.C hakkında konuşurken modayı işin içine dahil etmiyoruz, fakat Chopard çatısı altında yer alan mücevherlerden bahsederken modayı da dikkate alıyoruz. Ayrıca sportif saatler de modaya daha yakın, çünkü bunları satın alırken eğlenirken kullanmak için alıyorsunuz. Fakat ciddi bir yüksek saatçilik parçasına yönelecekseniz ona sahip olurken saklama gayesiyle hareket ediyorsunuz. Onun gelecekte de akımlardan bağımsız geçerli bir saat olmasını istiyorsunuz.

Chopard ilk butiğini 1983’de açmıştı, tek markanın egemen olduğu bu mağaza anlayışı sizce neden hala popüler?
Bu butikleri markaların elçilikleri olarak görüyorum, birden fazla üreticinin ürünlerini satan mağazalar her bir manüfaktürün ruhunu yansıtacak kimliğe sahip değil.

Alışveriş kültürünün değiştiğini düşünüyor musunuz? Ya da bu alışkanlığın gelecekte evrileceği nokta nedir?
Bu alışkanlık kesinlikle değişti, fakat online alışverişin dışında kalan kanallar geçerliliğini hala koruyor, özellikle de lüks tüketimde. Sosyal medya ve dijital kanallar tüketim sektörü için büyük öneme sahip, marka ve tüketici arasında bağ oluşturduğu kesin. Ama günün sonunda alışveriş yapan insanların %80’i gidip ürünü deneyerek ona dokunarak satın almak istiyor.

Peki bu dijital dünyanın tradisyonel saatçiliğe negatif etkileri oluyor mu?
Bana kalırsa avantajlar dezavantajlardan daha önemli, internetteki saatlerin güvenilirliği hiçbir zaman kesin olmuyor, orada her şeyle karşılaşabiliyorsunuz, bu doğru. Fakat pozitif olarak düşüneceksek bu alan markanın dünyanın her yerindeki insanlara ulaşabileceği ve kendini gösterebileceği bir portal. Dijital dünyanın aslında jenerasyonlar üzerinde farklı bir etkisi de var, örneğin ben saatlerle ilgili bir konu hakkında bilgi edinmek istersem o konuya dair basılı bir makaleyi tercih ederken gençler bu durumda internete yöneliyor. Bu yüzden herkesi yakalamak adına iki tarafı da canlı tutmak lazım, hem tradisyonel stratejileri hem de inovatif yönü.

Happy Diamond’dan sonra Chopard’da değişen şey ne oldu?
1976’daki Happy Diamond Chopard’ın bugünkü kimliğini kazanmasına büyük ölçüde yardım etti. 40 yıl sonrasında bile bu model grubu geçerliliğini ve benzersizliğini koruyor.

Sizin de tasarım sürecinde bizzat rol aldığınız St. Moritz koleksiyonu için de aynısını söyleyebilir miyiz?
St. Moritz’in de benzer bir tarzı var, ilk spor ve paslanmaz çelik saatimiz. Hem ailem hem de oğlum bu koleksiyonun yenilenmesi için bana baskı yapıyor, sanırım böyle bir şeyi gerçekleştireceğiz.

L.U.C koleksiyonundan bir saat seçmeniz gerekseydi bu hangisi olurdu?
İlk parça, 1.96.

L.U.C modellerini tek bir pazara mı yönlendiriyorsunuz, yoksa daha geniş perspektifli bir marketing planlamanız mı var?
Bana kalırsa L.U.C. koleksiyonu uluslararası bir seri değil, bazı coğrafyalarda erkekler daha geniş çaplı ve büyük modelleri tercih ediyor, L.U.C o gruba dahil değil. Örneğin Güney Amerika bizim için uygun değil. Ancak Avrupa ve Asya’da L.U.C müşterileri bulmanız daha kolay.

Full Strike fikri nasıl ortaya çıktı?
Daha önce L.U.C altında Strike One diye bir parça üretmiştik, bu model sadece saat başlarında çınlama yapıyordu ve kullanıcı istediği zaman bu komplikasyonu aktif edebiliyordu. Strike One benim için minute repeater’ın başlangıcı anlamını taşıyordu.

Peki mekanizma tamamen yeniden üretilen bir parça mı yoksa başka bir kalibrenin değiştirilmiş hali mi?
Hayır, tamamen yeni bir mekanizma yarattık. Dürüst olmam gerekirse Full Strike’dan önce başka bir projemiz vardı. Projenin %20’lik bölümünü 1.5 yıl gibi bir sürede bitirmiştik, fakat yanlış olduğunu düşünerek o planlamayı erteledim ve yerine Full Strike’ı aldım. Full Strike da 5 yıllık bir çalışmanın ürünü olarak, 533 parçadan oluşan yeni bir kalibreyle doğdu.

Chopard dışında Ar-Ge çalışmalarını takdir ettiğiniz başka üreticiler de var mı?
Bu konuda takdir ettiğim ve saygı duyduğum markalar daha çok küçük üreticiler ve niş modeller yaratan kimseler. Onlar daha cesur ve maceracı; Greubel Forsey ya da arkadaşım Maximilian Büsser gibi. Onlar beklemediğiniz şeyler yapıyor, tıpkı yeni Aquapod gibi.

Peki kendinizi bir saat koleksiyoneri olarak adlandırabilir misiniz?
Çoğunlukla eski cep saatlerini arıyorum, ama Chopard dışında çok az markanın saatine sahibim; Philippe Dufour, Max Büsser ve bir de A. Lange & Söhne. L.U.C 1860 yılın en iyi saati seçildiğinde A. Lange & Söhne’ye de özel bir ödül verildi. İsviçreli bir manüfaktür olmadıkları için sadece özel bir ödül verebildiler ve sahnede Günter Blümlein’le birlikteyken ona bir Lange 1 istediğimi söylemiştim.

Saatler dışında biraz da otomobil koleksiyonunuzdan bahsedelim, hala yeni modeller arıyor musunuz yoksa bu kadarı yeterli mi?
Hayır, henüz yeterli değil. Ancak, şu sıralar otomobiller konusunda biraz sessiz kaldım, iş yoğunluğum onları sürmemi bile engelliyor. Ancak merakımı cezbeden son otomobil 1950’lerden kalma bir Citroen De Chevaux’uydu. Kısa zaman önce Paris’te yapılan bir klasik otomobil müzayedesinde ona sahip olma fırsatım vardı ancak yine iş yoğunluğum sebebiyle etkinliğe katılamadım.

Koleksiyondaki en değerli araç hangisi, hepsinin üzerinde konumlandırabileceğiniz bir otomobil var mı?
Her zaman karşılaştığım ve hiçbir zaman kesin cevap veremediğim bir soru, “Hangi çocuğunuzu daha çok seviyorsunuz?” ile eş değer benim için. Eşim için aldığım, fakat kendisinin hiç kullanmadığı 1965 model yeşil bir Mini Cooper ya da Mille Miglia’da da yarıştığım 4.5 litrelik bir Bentley gibi araçlar mevcut bu yüzden hangisini daha çok sevdiğim bir muamma.

Başka bir şeyin koleksiyonunu yapıyor musunuz?
Evet, otomobiller için yaratılan maskotları da biriktiriyorum. Bibendum gibi ve Lalique ürünleri gibi 1930’lardan kalma zor bulunur parçaların koleksiyonunu da yapıyorum. Otomobiller dışında tavşan, fil ve Mickey Mouse gibi bronz, çelik, plastik ve Lalique’in kristal parçalarını alıyorum. Libellule bu anlamda koleksiyonumdaki önemli parçalardan.