JOHANN KÖNIG
36 sanatçısından her birini, sanat piyasasının kasırgalarından koruyabilen bir galerici. Ve hızla büyüyen, sanatçılarının adını sürekli iyi sergilerde duyabileceğiniz, Berlin’de eski bir kilisede yer alan bir galeri. İkisi birlikte: Johann König Galerie.
Ailem bana zevkli biri olmayı öğretmeye çalıştı ama ben buna hep karşı geldim. Anselm Reyle 2011’deki bir sergisinin açılışında bunları söylemişti. Bazı eleştirmenler tarafından hayli parlak -ve bazen süslü- olarak değerlendirilse de, modern Alman resminin tam tersi yönde, hem dramatik hem sarkastik olan bu eserler, Berlinli bir sanatçıyı daha tanımamıza vesile olmuştu. 1970’te Stuttgart yakınındaki Tübingen’de doğan sanatçının, belki de herkesin içindeki isyankara ayna tutan tüm çalışmaları, 1998’deki kuruluşundan beri Berlin’de olan atölyesinden çıktı. Yakın zamanda da Reyle’ı, kendisi kadar provokatif Berlinli bir galeri temsil etmeye başladı: König Galerie. Galeri olimpiyatları diye bir şey olsaydı ‘gençlik’ kategorisinde şampiyon olabilecek kadar çok yeni nesil sanatçıyı bünyesine dahil eden König Galerie, şu anda Anselm Reyle ile birlikte 36 kişiyi temsil ediyor. Camille Henrot, Alicja Kwade, Helen Marten, Daniel Turner, Katharina Grosse, Jose Davila ve Paul Czerlitzki gibi sanat tarihinde uzun vadede -bugün baktığımızda- önemli yer tutacağa benzeyen genç isimlerin kürasyon başarısı ise, galerinin kurucusu Johann König’e ait. O da, seçtiği sanatçılar gibi, kariyerine erken yaşta başlayıp adını kısa sürede sanat sahnesinde “başarılı” sıfatıyla ayrılmaz ikili yapanlardan. İlk galerisini 21 yaşındayken, 2002’de açmıştı. İlk 10 yıl içerisinde attığı sağlam temelleri, galerisini Kreuzberg’de bir kiliseye taşıyarak, geçen sene gerçek anlamda daha da kuvvetlendirdi. Şehirde evrim geçirmiş diğer alanlardan Gallery Neu ve Berghain gibi, König de artık kentsel dönüşümün iç açan yüzlerinden birini temsil ediyor. Üstelik bu post-modern kilisede König Galerie dışında 032c dergisi, Robertneun mimarlık ofisi ve New York University kampüsü de konuşlanıyor. Ve bu durum sanırız St. Agnes’i daha da post-modern ve “Berlinli” yapıyor. König Galerie, iki sergi alanına sahip; biri girişteki eskiden şapel olan bölüm, diğeri birinci kattaki, 12 metre kadar yüksekte olan tavanıyla esas kısım. Her ikisinde de farklı sergiler düzenleniyor. Galerinin iki bölüme de doğrudan bağlantısı olan bahçesi, heykele odaklanan bir mekan yaratıyor. Johann, üç yıl süren uzun uğraşlar sonucu transformasyonunu tamamlayabildikleri St. Agnes’i yalnızca mimarisinden dolayı seçtiğini belirtiyor. 60’ların sonunda Werner Düttmann’ın tasarladığı bu binanın değişimi, tamamen fiziksel; sosyolojik boyutta bir değişikliği sembolize etmiyor.
Johann’a göre, “Din ve sanat: Psikolojik olarak etrafımızda olup bitenleri iki farklı anlama çabası.” König Galerie bu bağlamda mimarinin gücünü de ortaya çıkarıyor. Hatta burada “hissettiriyor” demek daha doğru olmalı. Zira bina başlı başına, sanat galerisinin gösterdiği eserlerin, haleti ruhiye üzerindeki etki kapasitesini artırıyor. Johann bu duruma verilebilecek en iyi örneğin -Reyle’ı temsil etmeye başladıktan sonra akabinde düzenledikleri-Anselm Reyle sergisi olduğunu düşünüyor. Söz konusu ‘Eight Miles High’ Johann’ın hayalini kurduğu sergilerden biriydi. Ve bunun en önemli sebebi, mekanın eserlerle bütünleşmesiydi. Tüm bu “müzelik” sergilerden oluşan program, sanatçı-Johann-galeri arasındaki üçlü diyalog sonucu belirleniyor. Johann, sistemde %100 aktif. Ama tabii neredeyse her hafta bir fuar duyar olduğumuz sanat piyasasında, sanatçılarıyla birlikte, Galerie König’in “muhteşem” diye bahsi geçen ekibi de haliyle sürekli genişliyor. 2014’te 10 kişiden oluşan König Galerie ekibi, şimdi 20 kişi. Johann, stratejilerinin kurum üzerinden ilerlediğini, bırakacakları kültürel mirası önemsediklerinin altını çiziyor. “Genç bir sanatçı olabilirsiniz ve soyut bir resminiz 100 bin Dolar’a satılabilir. Fakat muhtemelen hiç müzede serginiz düzenlenmemiştir, belki tek bir galeri serginiz olmuştur ve itibarınız pek ciddi değildir. Bu tür olaylar gerçek piyasayı yansıtmıyor. Ama bir sanatçı beş majör sergiye katılmışsa ve bu sergiler, piyasayı etkilemediyse bile uzun vadede müze arşivlerine girebildiyse, işte kültürel değer o zaman oluşuyor.”
Johann ile tüm bunları konuştuğumuz sırada, Art Cologne ve Gallery Weekend henüz sona ermişti ve kendisi birkaç gün içinde Venedik’e gidecekti. Bunca fuar ve etkinlik koşuşturmacasında nasıl dayandığını direkt sormadan edemedik: Neden? Ve cevabı sorumuz kadar net oluyor. “Her zaman sanatçılarla çalışmak istedim ama belki de küratör veya sanat eleştirmeni olmak için üniversiteye gitmediğimden dolayı ve 11 yaşımda geçirdiğim kaza, görüşümü hayli azaltınca, hayatta yapmak istediğimi sadece galerici olarak gerçekleştirebileceğimi fark ettim.”
Malumunuz Johann’ın babası hayli ünlü bir küratör, Kasper König. Nasıl Reyle’a, ailesi zevkli biri olmayı öğretemediyse bile, kendini anlatmanın yolunu bulduysa; Johann da işini, kendini ifade ediş biçimine, dönüştürebilmiş biri. Hem de bunu her gün yapabilmek onu çok mutlu ediyor ve devam etmesini sağlıyor. Çünkü “Sanatın hızla para kazanmaktan çok daha şahane tarafları var; onları anlatmak ve deneyimlemek de hızlı paradan çok daha zor.”