İSTİKRAR PRENSİPLERİ
Yüksek saatçilikte İsviçre genleri taşımamak bir outsider gibi algılanmanıza yol açabilir ama bu durum A. Lange & Söhne açısından –belki de farklılıklar her zaman ilgi uyandırdığı için- organik bir rekabet avantajı anlamına geliyor. Fakat manüfaktür hakkında esas merak edilen konu “değişimistikrar” paradoksu. Ve Beran Toksöz, markanın CEO’su Wilhelm Schmid ile işte bu nosyonu irdeliyor.
A. Lange & Söhne’den önce BMW için çalışıyordunuz. Yüksek saatçiliği, lüks otomobil sektörü ile üretim ve pazarlama teknikleri açısından nasıl karşılaştırıyorsunuz?
Üretim özelinde konuşursak eğer, bu iki sektörün hiçbir ortak noktası bulunmadığını söyleyebiliriz. Zira otomobil manüfaktürü oldukça endüstriyel bir süreç; yüksek saatçilik ise temelde bunun tam tersi, zanaatkarlığın vurgulandığı bir sektör.
Pazarlama konusunda da sadece hedef kitle açısından bir benzerlik kurabiliriz. Dünya üzerinde hem otomobilleri hem de saatleri
seven tek kişi ben değilim… Ama yine de iki sektörün pazarlama enstrümanlarının çok farklı olduğu bir gerçek. Alman otomobil endüstrisinde çalışarak bir markayı global bağlamda nasıl yönetileceğini çok iyi öğrenebileceğinizi düşünüyorum. Diyelim ki BMW’yi Afrika, Amerika, Japonya veya Almanya’dan satın almaya kalktınız… O yine bir BMW olacak ve size aynı deneyimi yaşatacaktır; herhangi bir ürün değişikliği de yoktur. İşte bu değeri A. Lange & Söhne’de de görmek istiyorum: Deneyim, kalite ve etkileşim gibi başlıkların her birini, her yerde aynı kılmak.
Günün birinde A. Lange & Söhne bir otomobil markası ile işbirliği yapsa, bu hangisi olurdu?
Ben bu tür bir işbirliğine uyacak marka bulunduğunu düşünmüyorum.
Elektrikli otomobiller gitgide motorlu aletlerin geleceğini belirleyecekmiş gibi duruyor. Sizce yüksek saatçilik bu döneme nasıl adapte olacak?
Gelecekte ikisi arasında bir ilişki kurulabileceğini sanmıyorum. Saatleri bilekteki elektronik enstrümanlar olarak görsek de bence yüksek saatçilik bu minvalde seyredemez.
Alman mimar ve sanat eleştirmeni Adolf Behne, “Lüks yerine rahatlığa ihtiyacımız var.” cümlesini sarf etmiş; iyi bir tasarımın sadece tüketim için üretilmediğini savunmuştu. Siz lüksün bugünkü mükemmeliyetçilik anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Lüks sözcüğü çoğunlukla yanlış bağlamda kullanılıyor bana göre. Herkes her şeye “lüks” diyor; dolayısıyla anlamı gitgide kayboluyor. Hatta bu konuda duyduğum en kötü örnekle en son bir televizyon reklamında karşılaştım: Müsli, içinde daha fazla kuru üzüm olduğu için lüks olarak adlediliyordu!
Peki sizce lüksün muadili hangi sözcük olmalı?
“Ayrıcalıklı olmak” diyebiliriz. Zira ayrıcalıklı olmadan da lüks bir marka olabilirsiniz. Öte yandan bu betimleme, marka
kimliğini ifade edebiliyorsa çok özgün bir his yaratmış olursunuz. Ne de olsa hikayeler doğru kurgulandığı sürece güzeldir. Zaman zaman markaların müşteri çekmek adına harcadığı bütçelerin, ürünlerine kıyasla ne kadar fazla olduğunu duyunca çok şaşırıyorum. Satın alma işleminin beş dakika, ürüne sahip olmanın bir ömür boyu sürebileceği düşünüldüğünde, bu konuda beklentileri yükseltmenin ne gibi bir zevki olabilir? Bu sadece saatler özelinde değil üstelik; pek çok sektörde yanlış politikalar yüzünden beklentiler daralabiliyor.
Gelecek hakkında sizi neler heyecanlandırıyor veya endişelendiriyor?
Bu sorunun çok basit bir cevabı var. Beni heyecanlandıran şey değiştirme kabiliyetim. Başka bir deyişle başımıza ne gelirse gelsin durumun evrilmesini sağlayacağımı düşünüyorum. Endişe duymama sebep olan ise değişikliğe önceden yeterince hazırlanmamak ve gafil avlanmak.
Bu kadar İsviçreli içinde Alman bir marka olmanın avantaj ve dezavantajları neler?
Bence farklı olmanın her zaman belli bir avantajı vardır; insanlar sizi merak edip sempati duyabilirler. Biz kazanması beklenmeyen bir takım gibiyiz çünkü çok güzel saatler üretmemize rağmen Almanız ve yüksek saatçilik dünyasının dışındaymış gibi algılanabiliyoruz. Ama bence bu bir avantaj. Sonuçta eğer müşterileriniz sunduğunuz tasarımı beğenmiyorsa hangi ülkeden gelirse gelsin ürününüze sahip olmak istemez. Bu noktada zaten avantaj veya dezavantajdan bahsedemezsiniz. İlk başta markaya duyulan sempati bir outsider olmamızdan kaynaklansa da hızlı bir şekilde başarı kazandık.
Röportajın devamına QP No:21’in 73. sayfasından devam edebilirsiniz. Abone olmak için ise abone@qpmagtr.com adresine maillerinizi atabilirsiniz.