QP PORTRE: FATİH MERTER
Fotoğraf Sanatçısı Fatih Merter, dedesinden miras kalan analog fotoğraf makineleri ve merakla fotoğraf çekmeye başlayıp kendi tarzını yaratan ve bugünlerde eserleri büyük ilgi gören bir isim. Kendisiyle Ara Güler’in nesillere olan etkisi, İstanbul, İtalya, yüksek saatçilik ve zevkleri üzerine konuştuk.
Zaman sizin için ne ifade ediyor?
Zaman benim için bir mücadele, sevdiklerimle vakit geçirebilmek, tutkuyla bağlandığım işimi yapabilmek ve birçok değer verdiğim faaliyeti gerçekleştirebilmek için yarıştığım süre.
Peki bir fotoğraf sanatçısı olarak zamanı kontrol etmeniz gerektiği hissine hiç kapılıyor musunuz, yoksa günün,
ayın ya da yılın herhangi bir vakti sizi sınırlandırmıyor mu?
Fotoğraf çekerken zamanın yavaşladığını hissediyorum, benim bu işe bu kadar bağlı olmanın sebebi aslında bu. Deklanşöre basarken tek başıma olmam gerekiyor,
eğer yanımda biri varsa, kim olursa olsun konsantre olamıyorum. Tek başıma olduğumda da o an zaman duruyor, yurt dışında fotoğraf çekmek için 10 günlük
bir seyahate çıktığımda bile o süre bana senelermiş gibi geliyor. Genelde herkesin
bu vakitte fotoğraf çekilmez dediği zamanlarda işe koyuluyorum, o yüzden genel sınırlandırmalar beni ilgilendirmiyor.
Takip ettiğiniz fotoğrafçılar var mı?
Genellikle eskiler; Robert Capa ve Ara Güler gibi duayenler. Benim tarzım aslında belgeselciliğin daha dışında ama çektiğim karelerin özü hep siyah beyaz.
Ara Güler’e hayran olmanızın sebebini neye bağlıyorsunuz?
Ara Güler, yaşadığı 1950 ve 1970’ler dönemini duygusu ve yapısıyla birlikte en güzel aktaran kişi. Ayrıca kendisi her ne kadar ben fotoğrafçı değilim fotoğraf muhabiriyim dese de (ki bu o zaman için doğru) çok farklı bir sanatsal yaklaşımı var. Kadrajları hep farklı bir ruh yakalıyor, bu aslında Ara Güler’in insanlarla olan ilişkisine ve girişkenliğine bağlı, fotoğraf çektiğini hissettirmeden insanlarla iletişim kurabiliyor. Bu sanırım muhabirlikten gelen bir özellik.
İlham kaynaklarınız neler?
Benim ilham kaynağım dedem, aslında profesyonel olarak bu işi yapmasa da dedem gördüğüm en iyi fotoğrafçılardandı. Hatta kendisi o eski Olympus’undan çıkan ‘tık’ sesiyle bende ‘tık baba’ olarak kaldı. Kendimi bildim bileli fotoğraf çekiyorum ve dedem beni avcı gibi işliyordu, dışarı çıktığımızda bana
ilk olarak ‘diyafram kaç’ gibi teknik ve eğitici sorular soruyordu.
Dünya üzerindeki hangi şehir sizin için daha etkileyici, sebebini öğrenebilir miyiz?
Sirkeci, Eminönü, Sultanahmet ve Karaköy gibi İstanbul’un eski yüzünü yansıtan yerlerini çok seviyorum. Bütününü çekmekten zevk aldığım yer İtalya, fakat tek bir şehirden ziyade İtalya bütünüyle hoşuma gidiyor. Her şehrinin çok farklı dokusu var. Ancak kıyaslamak gerekirse İstanbul tek başına İtalya’nın tamamına eş değer benim için.
Seyahat rotanızı belirlerken yanınıza alacağınız saatleri nasıl seçiyorsunuz?
Fotoğraf çekmek için seyahat ediyorsam daha pratik modeller seçiyorum. Bu süreçte uzun yürüyüşler yapıyorum, o yüzden modelin daha ha f olması gerekiyor. Ayrıca saatin çok fazla dikkat çekmemesi de gerekiyor, çünkü fotoğraf adığım konudaki insanların odağını dağıtmamam gerekiyor.
Saat alırken nelere dikkat edersiniz?
Az bilinir olması, o saati benim keşfetmem önemli. Zaten saati gördüğüm zaman bunu hissediyorum. Gittiğim her şehirde vintage modeller bulabileceğim yerleri kontrol ediyorum ve genellikle hislerimle hareket ediyorum.
Saatlerdeki en önemli ya da en sevdiğiniz komplikasyon nedir?
Akrep ve yelkovan benim için yeterli. Çünkü kısa sürede program yapan biriyim ve koluma baktığım anda zamanı hızlıca algılamam gerekiyor.
Son zamanlarda tekrar gündeme gelen bir trende istinaden saatleri babadan oğula geçebilecek bir miras olarak kabul edebilir miyiz?
Father and Son en sevdiğim saat, bu saati almamın asıl sebebi tam olarak da bu. Sanırım bu cevap yeterlidir.
Hedefinizdeki saat nedir?
Klasik bir Patek veya vintage ve sade bir Rolex.
Analog fotoğraf makineleri koleksiyonu yapıyorsunuz, aralarındaki en önemli parça hangisi?
Dedemden bana kalan yaklaşık 8-9 tane makinenin hepsi çok değerli. Eğer insanların yaşamını çekeceksem daha çok Leica ya da Nikon F1 gibi muhabir kameralarını tercih ediyorum. Ama manzara ya da daha büyük konular için herhalde en iyisi Linhof Master Technika veya Hasselblad Xpan olur.
Koleksiyonunu yaptığınız başka şeyler de var mı?
Dünyanın dört bir yanından topladığım bıçak koleksiyonum var, büyük hard-cover ve bana bir şey katacak kitapları biriktiriyorum. En sevdiğim şeylerden biri de müzik dinlemek ve onu da analog yolla yapıyorum. Hi-Fi ve stereo sistemleri, pikaplar gibi eski ses sistemlerinin koleksiyonunu da yapıyorum. Modern sanatın bana güzel gelen örneklerini de biriktirmeye çalışıyorum.
En çok tercih ettiğiniz fotoğraf makinesi hangisi?
Leica M3 ve M9 her zaman seyahat çantamda olur.
Sizin kendi eserleriniz arasında şu ana kadar en beğendiğiniz hangisi?
Aslında bütün eserleri kendim için çekiyorum, her kareyi çekerken acaba hangisini o simde, evimde otururken ya
da arkadaşlarımla vakit geçirirken izlemek isterim duygusuyla fotoğra ıyorum. Hiçbir şeyi satış kaygısıyla yapmıyorum, eserin beni tatmin etmesi önemli olan ilk etken.