Cartier’den Pierre Rainero
1984’ten beri Cartier bünyesinde yer alan, 15 senedir de markanın tasarım ve iletişim stratejilerini yürüten Pierre Rainero, Cartier’nin estetik kaygılarını, teknolojiyi nasıl gördüğünü ve yeni modelleriyle neler anlatmaya çalıştığını açıklıyor. Röportaj Müjde Metin
QP: Cartier’nin bu yıl vurgu yaptığı noktaları neye bağlıyorsunuz?
Pierre Rainero: İlk başta bir liste yapmalıyım o halde, değil mi? Zira öne çıkanlar hayli fazla…
QP: Doğrudan Drive ile başlasak?
PR: Saat, biçime dayanan estetik bir yapıt. Haliyle zanaat, saat yapımcılığında büyük önem teşkil ediyor. Biz de SIHH’de öncelikle bu konudaki yeteneğimizi göstermek istedik; yepyeni bir form tasarlayarak, Drive’ı sunduk. Mantıken, şekil anlamında en saf olanı bulmaya yöneldik -zaten bu Cartier’nin en sevdiği geleneği. Tıpkı Tank, Tortue veya Santos Dumont’daki gibi… Öte yandan bu safi forma, incelik kavramını da ekledik. Planımız tamamen bundan ibaretti. En nihayetinde Drive’ı tek kasa boyutu seçeneğinde farklı materyallerle sunarak da, maskülenliğe değişik bir taraftan yaklaştık.
QP: Hypnose’un tasarım planı da aynı çerçevede form üzerinden mi ilerledi?
PR: Hypnose da kadın saati kategorisine yeni bir form eklemek üzere geliştirildi. Cartier de her şey üç boyutlu; markanın iki boyutlu bir algısı yok. Dolayısıyla Hypnose, tasarımı itibariyle, bu yaklaşıma bire bir uyuyor. Cartier’nin bu zamana kadar pek çok oval kasalı modeli çıksa da, Hypnose, iki oval yüzey arasında siyah lakeyle yapılan eğim sayesinde, markada bambaşka bir oval sayfa açıyor: Daha hipnotik ve stereo bir sayfa.
QP: Eğimin dışında, aynı formda fakat farklı boyutlarda kesilmiş pırlantalar da kasanın görüntüsünü daha hipnotik yapıyor. Bu taşlarla desen yaratma fikri nasıl doğdu?
PR: Bir biçim belirlediğinizde, senaryonuza hacim katabilmeniz için tasarımın üzerine düşen ışığı iyice hesaplamanız gerekiyor. Söz konusu metal olduğunda, göz, ışığı ve hacmi ayırt edemediğinden, taşların işlevi burada devreye giriyor. Taşlarla çalışırken, hem teknik olarak düzenli yerleşime, hem de tasarımsal olarak yaratılan bütünsel etkiye odaklanıyorsunuz. Taşların dizilimi, objenin hacmini doğrudan belirliyor. Hypnose, bu noktada, özellikle farklı boyutlardaki pırlanta yerleştirmeleriyle karakteristiğini buluyor.
QP: Peki, tasarımda lake kullanımının fonksiyonel bir sebebi var mı?
PR: Hayır. Açıkçası bu modelin tek fonksiyonelliği, saatin okunabiliyor olması. 2016 için teknik açıdan ileri seviyede atılan adımlar adına Mystérieuse ve iskelet mekanizmalardan bahsedebilirim. Örneğin, Clé de Cartier Automatic Skeleton modelini geliştirirken, pandülün oyuk olması ve ön tarafta gözükmemesi üzerine epey çalıştık. Ve sonuç olarak, pandülün yalnızca kasanın arkasından baktığınızda gözükmesini başardık. Transparan kadranın arkasında gizlice işleyen bir mekanizmaya sahip bu modelde, Roma rakamlarının olduğu plaka ile kalibre birbirine değmiyor. Ve dakika ibresi başlı başına kalibrenin bir parçası; kadranla mekanizma arasındaki tek köprü. Mystérieuse ile çalışan yeni mücevherli modeller de aynı çıtada Cartier için birer başarı sembolü.
QP: Pırlantanın yüksek saatçilikteki yeri ne durumda sizce?
PR: Kesinlikle yükselişte. Bence artık kadınlar gece takacakları saatlerin pırlanta barındırmasına çok dikkat ediyor; tıpkı eski zamanlardaki gibi. Üstelik gündüz dahi taşlı modellerin daha şık olabileceğini düşünüyorlar. Bilhassa indekslerinde Roma rakamları yerine kullanılan küçük pırlantaların olduğu modellere olan yönelim, bu yükselen konumu kanıtlıyor.
QP: Bazı saatler, taşlardan mütevellit, doğrudan ‘mücevher’ olarak değerlendirilebiliyor; siz bu tanımlamaya sıcak bakıyor musunuz?
PR: Hoşlanmadığımı söyleyemem. Bence tasarımın çektiği dikkatten dolayı bazı saatlere mücevher denebiliyor. Objenin, ‘kıymetli’ bir objeye dönüşmesiyle bu yakıştırma yapılıyor. Ama diğer taraftan ise, o benzersiz saatleri normal mücevherlerle aynı kategoriye koyuyor olmayı da hiç doğru bulmuyorum.
QP: Cartier’nin tasarım perspektifine göre mücevher kaplı saatlerde nasıl “iddialı” olunuyor? Ana kriter nedir?
PR: Ancak bambaşka bir tasarım yarattığımıza inanıyorsak “iddialı” diyebiliriz. Bundaki başlıca etken de hiç kuşkusuz, modelin biçimi olacaktır. Saatlerde gelenekselin dışında orijinal formlar yaratabilmek hep öncelikli hedefimiz. Bundan dolayı, Cartier’nin yüksek saatçiliğe kazandırdığı en güçlü unsurun estetik bakış açısı olduğunu düşünüyorum.
QP: Kökeninin Paris olması da burada önemli bir faktör galiba…
PR: Elbette. Muhtemelen Paris faktörü, kalibrelere fokuslanan safi saat yapımcılığı görüşlerine karşı mesafeli durmamızı sağlıyor. Cartier bir mücevher markası olarak doğdu; her ne kadar 19. yüzyılın ortalarında saat tasarımı yapmaya başlasa da, özü belli. Tarihteki ilk kol saati olan Santos Dumont (1904 yapımı), Cartier’nin bu sıradışılığının bir illüstrasyonu gibi. İlk kol saatini ürettik, evet, ama bunu zihnimiz estetik kaygılarla meşgulken yaptık. Santos Dumont, saat kasasını bileğe takılabilir hale getiren bir entegrasyondu. Esas amaç, güzel bir obje yaratmaktı; ‘kola ilişik bir cep saati’ izlenimiyle yetinilemezdi. Bugün kol saatlerinin yanı sıra masa saatleri üretmemizin arkasındaki düşünce sistemi de aynı; ne yapıyorsak yapalım spesifik Cartier estetiğini taşımasını istiyoruz. Çünkü Cartier, objelerin kullanım alanında güzel gözükmesi gayesiyle tasarım yapan bir marka. Saatçilikte Santos Dumont’la yakaladığı çıkış noktası halen geçerli. Hatta ‘estetiğe takıntılı’ olduğumuzu bile söyleyebilirim.
QP: O halde Cartier’nin imaj ve kültür direktörlüğünü üstlenirken, yenilik ve köken bağlamında, aradaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
PR: Maison Cartier için geçmişten söz etmeden imaj hakkında konuşmak imkansız. Jenerasyonlar arası yaşanan değişimler ile, bu değişimlerin yalnızca nasıl değil ve de neden yapıldığını irdelemeden yeni fikirler geliştiremeyiz. Geçmişteki felsefeyi ilerleterek geleceğe taşıdığımıza, evrimsel bir dinamikle hareket ettiğimize inanıyoruz. Markanın kimliğini derinlikle benimseyen Cartier tasarımları üretmeye devam etmek için çabalıyoruz.
QP: Zorlandığınız zamanlar oluyor mu?
PR: Dediğiniz gibi, imaj ve kültür, yolun sonunda imajın moderniteye, kültürün kalıtıma çıkmasından ötürü, aslında zıt kutuplarda yer alıyor. Dökümanlardaki tecrübeli gelenekleri korumak ve aktarmak; yenilikçi tavrı kaybetmeden anı yansıtabilmek, bir diğer deyişle, yarının hazinesini bugün bulabilmek… Bu iki sorumluluğu aynı departmanda yürütmek tabii çok zor. Ama kilit nokta değişimi doğruca uygulayabilmekte saklı. Şanslıyız ki kurucularımız, imaj nosyonunun mermer kadar kalıplaşmış olmadığını, dünyayla birlikte evrilmesi gerektiğine inanıyordu. Biz de tam olarak bu felsefeyi devraldık.
QP: Bu felsefede günümüzde teknoloji nerede duruyor?
PR: Teknolojinin el işine kıyasla daha iyi bir sonuç getireceğini düşünmüyorum. Ama bu, teknolojik gelişmelerin, süreci efektifleştirmeyeceği anlamına gelmiyor; dolayısıyla bizi daha iyi yapacak her türlü teknolojik gelişmeye açığız. Kalibrelerin hassasiyetinde de bu yaklaşımımız açıkça görülüyor. Teknoloji, müşterilerimize başından beri vadettiğimiz mükemmel tasarımları sunmak için kullandığımız bir araç; mükemmeliyete ulaşmayı sağlıyor. Fakat Cartier temelde her halükarda zanaatkarlığa istinat ediyor.
QP: Métiers d’art burada nasıl rol oynuyor?
PR: Pek çok farklı nedenden dolayı Cartier için métiers d’art önem arz ediyor. İlk olarak, güzellik arayışımızda vizyonumuzu geliştirebilmek için. Ustalık seviyesini göstermek ve bünyemizdeki zanaatkarların yeteneklerini sergileyebilmek de diğer nedenler arasında. Bundan başka, métiers d’art sayesinde yeni materyaller de keşfediyoruz. Geçen sene kadranda çiçek yapraklarını kullandığımızdaki gibi… Ama mesela o tasarımı yapmamızın tek sebebi de, zaman içerisinde yaprakların rengini koruyacak teknolojinin geliştirilmiş olmasıydı. Teknoloji ve zanaat arasında gördüğümüz korelasyonu sanırım en net bu örnek özetliyor.
QP: Son olarak, Cartier için 2015 ila 2016 arasındaki hedef farkları neler?
PR: Bu sene kimliğimizin zenginliğini daha da fazlalaştırmaya çalışıyoruz. Aldığımız geri bildirimler, daha bireysel ve zevk anlamında daha bağımsız tasarımların talep edildiğini gösteriyor. Tüm kıtalarda bu durum geçerli. Bu yüzden, zaten uzaktan bakıldığında bile Cartier olduğunu anladığınız tasarımların nüfusunu artırabilmeyi hedefliyoruz.