SEYHAN ÖZDEMİR

  • 33 SHARES

Autoban ortaklarından Seyhan Özdemir’le pratik prensiplerini ve çalışma biçimini konuştuk.

Fotoğraf Mert Terliksiz

Autoban’ın kurucu ortaklarından Seyhan Özdemir, Türkiye’nin yurt içi ve yurt dışında mimari perspektifte modern yüzünü inşa eden isimlerden. Mimariyi tasarımdan ayırmadan kurduğu markanın ideolojisini ve işindeki anaç kimliğini, sanat ve seyahatin hayatındaki belirleyici rolünü sorularımıza verdiği cevaplardan anlıyoruz.

QP Women: Bu sıralar en çok neler merakınızı uyandırıyor?

Seyhan Özdemir: Contemporary ile başlayan, ardından bienal açılışıyla devam eden sanat gündemi, eş zamanlı büyük sergilerin açılması, Arter’in açılışı benim olduğu gibi herhalde şehirdeki çoğu kişinin merakını uyandırıyordur. Bu merakı gidermek için de bir süre vaktimiz var. En azından bienal daha uzun bir süre devam ediyor. Benim gibi yoğun ve sürekli seyahat eden kişiler için bütün bu gündeme yetişmeye çalışmak çok kolay olmuyor ama şehirde çok keyifli bir ortam olduğu aşikar. Hem kreatifliği besleyen, hem hepimizin yaratıcılığının sınırlarını zorlayan, belki de farklı bakmamızı sağlayan bir ortam. Buna oldukça ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum çünkü genelde ülkede bizi merak etmeye sürükleyecek bir ortam maalesef yok. Gündemimizde çok ağır konular var, dolayısıyla bazen kafamızı kaldırıp başka türlü bakamıyoruz. Şehirdeki bu sanat ortamının en azından buna bir destek vereceğini düşünüyorum. Aynı zamanda kendimi küçük çaplı bir koleksiyoner olarak niteliyorum. Tabii herkesin koleksiyonu kendisiyle alakalı; sanat eserlerine sahip olmak ve onlarla birlikte yaşamak her zaman ruhumu besliyor ve zenginleştiriyor.

QPW: Peki mimariye olan merakınızı ilk hangi yapının tetiklediğini hatırlıyor musunuz? Bu binayı favoriniz olarak tanımlar mısınız? Eğer değilse favori binanız hangisidir?

SÖ: Aslında çok klasik bir cevap olacak, favori binam New York’taki Guggenheim müzesi. Binanın varlığı, formu ve konumlandırılmasıyla sanat ve mimari arasında bir ilişki kurduğunu düşünüyorum. Öğrenciyken bize en ölümsüz, mimaride bir dönemi tetikleyen yapıları anlatırlardı. Benim mimariye olan ilgim okuldan da önce Guggenheim müzesini görmemle başlamıştı. Mimarinin artık anlamı ve tanımı da değişiyor, ihtiyaçlar değişiyor çünkü teknoloji gelişiyor, çok hızlı bir tüketime doğru gidiliyor. Artık bu kadar ölümsüz yapılar çok fazla ortaya çıkmıyor. Belli anlayışlar var ve o anlayışlarla inşa edilmiş yapıları da çok beğeniyorum. Özellikle Kuzey Avrupa mimarisini çok benimsiyor ve kendime yakın buluyorum açıkçası. Brütalist halini, daha işlevselikten çıkan, malzemenin kendisiyle oluşan yapısını… Yeni üretimlerden de beğendiğim yapılar var ama daha ikonik olarak bahsetmek gerekirse Guggenheim Müzesi diyebilirim. Tabii ki Phillip Johnson’ın Glass House’undan, yine aynı dönemde Frank Lloyd Wright’ın ürettiği yapılardan bahsetmemek olmaz ama bu yapılar benim mimariyi sevmemin sebeplerinden ziyade, tetikleyici ve ivme kazandıran unsurları oldu.

PW: Autoban, Türkiye’de mimariyi iç mimariden ayırmadan bütüncül bir yaklaşım sergileyen ender tasarım ofislerinden biri. Hatta çoğu zaman projelerinizde mobilya tasarımlarında da imzanız oluyor. Bu yaklaşımı benimsemenizdeki temel sebepler neler? İstenilen tipte tasarımları bulamamak mı yoksa her şeyin sizin elinizden çıkıyor olmasını istemek mi?

Bu sorunun cevabını ve röportajın geri kalanını merak edenleri, QPW No:4’ün 128. sayfasına davet ediyoruz. Dergiye abone olmak için ise abone@qpmagtr.com adresinden bizimle iletişime geçebilirsiniz.