PAOLA PIVI

  • 81 SHARES

E. E. Cummings’in Maggie and Milly and Molly and May* şiirini hatırlayın: İşte Paola Pivi ile tanıştınız.

Paola Pivi’yi renkli kutup ayıları, yüzlerce cappuccino içip uyuyakalmış leoparı ya da karlar içinde birbirlerine sokulan zebraları vesilesiyle teatral sahnelerde görmüş olabilirsiniz. Ama şimdi antrakt zamanı. Paola, aslında -hepimiz gibi- reel dünyaya hayallerini adapte etmeye çalışan bir seyyah. Üstelik dünyanın dört bir yanından ilginç deneyimlere sahip olsa da bir eserinin temelini anlatırken görüşünü ‘naçiz’ diye tanımlayabilecek kadar alçak gönüllü. Optimist bir işkolik.

ANIMALIA PERİFERİSİ

Pivi’nin gördüğümüz her eseri gittiği yerden bir hatıra barındırıyor. Denizin ortasındaki eşek fotoğrafıyla başlayan bilinirliği, bugün müzelerde düzenlenen retrospektiflerine dek uzanıyor. Okuyacağınız röportaj da tam olarak onun bu macerasındak özyapısına değiniyor. Elbette tipik bir sanat söyleşisindeki soyut ilkelerin izlerini taşıyor ama yine de Paola’dan o gülle gibi aklımıza oturacak sözler beklemeyin; zira söyleşinin ve sanatçının tek iddiası zihninizi “gıdıklayacak” nitelikte basit ve şen olması. Annelik var biraz; biraz inanç; biraz da insaniyet. Kısacası Bremen’de olmasak dahi Barış Manço’nun Arkadaşım Eşek şarkısını dinleyip dik kulaklı bir köpeğiniz var ise onu düşünüp duygusallaşabilecek kadar fabl-esque.

Bundan tam dört yıl önce konuştuğumuzda, çocuğunuzun velayetiyle ilgili bazı problemleriniz vardı. O zamanlar bu mevzu hakkında yorum yapmak istemiyordunuz ama öncelikle sormak istiyorum, artık her şey yolunda mı?

Merkezi Hindistan’da olan Tibetan Children Village (TCV) adlı kurum ile davalıydık. Neyse ki tüm davaları kazandık. Zaten aslında ilkinde olay kapanmalıydı ama TCV bize karşı dava açmaya devam etti. Ve bu yüzden eşimle dört yıl Hindistan’dan ayrılamadık. Toplamda 135 kez mahkemeye çıktıktan sonra Delhi Yüksek Mahkemesi’ndeki son davanın ardından çocuğumuzla Hindistan’ı terk edebildiğimiz günü dün gibi hatırlıyorum. Sizinle konuştuktan birkaç ay sonra olmalı… Şimdi dönüp düşününce o günleri kelimelere dökemiyorum dahi. Benim için çok önemli bir hayat deneyimiydi. Yaşamın güzel taraflarıyla kötülük dolu yanlarını göstererek bakış açımı değiştirdi. Çünkü adalet sisteminin nasıl işlediğini gördüm ve hukukun soyut konseptinin hayata nasıl yansıtılabileceği üzerine çok düşündüm. Ve özgürce yaşamanın ne kadar değerli olduğunu anladım. Zira tüm bunlardan önce istediğim gibi hayatıma yön verebiliyor, istediğim yerde yaşayabiliyordum. Ama oğlum Hindistan’da mahsurken özgürlük kavramı pek bir anlam ifade etmiyordu.

Sanırım tüm bunların pratiğinizdeki yankısını da ancak geçen sene Londra’da düzenlenen solo serginiz You don’t have to believe me’de açığa çıkardınız.

Çünkü sanatım ve hayatım her zaman ilişkide olsa da yaşadığım bir olayı sindirip dışa vurabilmem hep üç-dört senemi alıyor.

O sergiye çizimlerinizi de dahil etmenizin belli bir biyografik nedeni var mıydı? Açıkçası sizden çoğunlukla enstalasyon görmeye alışığız.

Ben mümkün olabilecek her medyumda üretiyorum ama çizimlere yer vermemin bir sebebi de oğlum Tenzin’in bir kolajını kapsamasıydı. Dalai Lama’nın kız kardeşi ve TCV’nin başındaki Jetsum Pema’yı içi çocuklarla dolu bir kafes biçimindeki ağzıyla betimlediğimiz o eserde, Jake Braff’in çiziminin üzerinde benim yaptığım bir resim var; kolaj da ağzının içindeki çocuklardan oluşuyor.

Eşiniz ile de birlikte çalışmıştınız; Tulkus 1880 to 2018 eserinizde. Orada yalnızca tematik bir kültürel artikülasyon mu görmüştük, yoksa gerçekten eşinizin Budist olmasından dolayı kişisel merakınız da söz konusu muydu?

Ben şahsen tulku’lara (Budist bir liderin reenkarnasyon geçirdiği resmi olarak tanınan kimse) inanmıyorum. Yani temelde bir insanın reenkarnasyon geçirebileceğini düşünmüyorum ama bu benim naçizane fikrim. Tulkus 1880 to 2018’deki tek amacım da dini bir düşünceyi çözümlemekti. Fakat muhtemelen hem sosyolojik hem antropolojik hem de tarihi bağlamda değer taşıyan bu denli büyük çaplı bir araştırmaya imza atarak tulku kültünün reklamını yapmış oldum.

Sanıyorum araştırmayı yarıda bırakmışsınız. İleride devam etmeyi planlıyor musunuz?

2011’de başladığım Tulkus 1880 to 2018’i iki bin adet olduğu düşünülen bütün tulku’ları bulduktan sonra bitirmeyi planlıyordum. Ama proje TCV ile problemlerimizin başlamasıyla durmak zorunda kaldı. Çünkü Tibetliler bizi bir anda düşmanlarıymışız gibi görmeye başladılar. Oysa yaptığımız tek şey evlat edindiğimiz oğlumuzun altı ay sonra bizden alınmasını engellemeye çalışmaktı. Bunca şeyden sonra araştırmada bir daha aynı eforu sarf etmem ve Tibet komünitesinde değer görmem imkansız. Yani 800’e yakın tulku’nun her birini büyük formattaki fotoğraflarına eşlik eden tarihçesi, bağlı olduğu manastırı ve dini branşına dair bilgilerle sergileyip projeyi bitirmiş olduk. Ve bütün tulku’lara erişme amacımızı gerçekleştiremediysek de proje 1.100 fotoğrafı içerecek kadar kapsamlı bir hale ulaştı. Ayrıca fotoğraflar tulku’lar kadar önemliydi. İnançlı kişiler bir tulku’nun portresinin de kendisi kadar ilahi bir güce sahip olduğuna inanıyor çünkü.

Eşiniz Karma Lama ile birlikteliğiniz hayatınızı epey değiştirmişe benziyor.

Değişmekten de öte hayatım güzelleşti. Öncesinde de hayatım gayet infilak halindeydi diyebilirim ama onunla tanıştıktan sonra resmen büyük patlama yaşandı. O bir özgürlük aktivisti, milyon kişiye yetecek enerjiye sahip. Ben de organizasyonel her türlü etüde yatkınım; o yüzden iyi bir takımız. Budizm’e de Karma ile tanışmadan evvel mesafeli duruyordum; uzaktan ilgimi çekiyordu, o kadar. Tibet’te Yedi Yıl, bu konuya değinen okuduğum tek kitaptı. Bir de evime broşürler gelirdi… Hatta birkaç Dalai Lama kitabı edinip hiç okumamış olabilirim. Sonra her şeyi Karma ile öğrendim. Ama bir ayrımı belirtmeliyim ki o Budist felsefeye inanıyor, Budizm dinine değil.

Eşinizin sergileriniz ve eserlerinizdeki ironik literatürle bir alakası var mı?

Hepsinin ismi tamamen ona ait; Karma zaten bir şair.

I am tired of eating fish’in hikayesi nedir?

Kulağa sanki kutup ayısı sizinle konuşuyor gibi gelse de esasen “I am tired of eating fish” sadece o pembe ayının ismi. Ve bu ad onunla aranızda bağ kuruyor. Genellikle insanlar balık yemekten sıkılmazlar, haliyle bu başlığı duyduğunuzda da işlerimin açık sözlü bir tavır takındığını hissediyorsunuz.

Eserleriniz bana fablları hatırlatıyor. Görsel gramerinizi inşa eden çocukluk ögeleri sizce ne olabilir?

Çok fazla çizgi film seyrediyordum. Ve o yıllarda İtalya’da yayınlananların hepsi Japonya menşeliydi. Bir de kocaman bahçeli içi inanılmaz formlara sahip mobilyalarla dekore edilmiş bir evde büyümek de üzerimde büyük bir etki bırakmış olmalı. Çünkü mimariye de hayli duyarlı olduğumu hissediyorum.

Röportajın devamı için QP Women No:1’in 88. sayfasından devam edebilirsiniz.

*maggie and milly and molly and may (müge ve mine ve menekșe ve mayıs / indiler kumsala (bir gün oynamaya) / ve müge bir istiridye kabuğu buldu șarkı söyleyen / öyle sevimliydi ki anımsamıyordu dertlerini ve / mine arkadaș oldu karaya vurmuș bir yıldızla / ordaydı denizyıldızı beș yorgun parmağıyla; / ve menekșeyi korkunç bir șey kovaladı / kaçtı kıyıya üfleyerek hava
kabarcıklarını:ve / mayıs döndü eve her yanı düzgün bir kaya ile / dünya gibi küçücük ve yalnızlık gibi kocaman / Yitirdiğimiz ne olursa olsun (bir sen ya da bir ben gibi) / denizde bulduklarımız hep kendimiziz değil mi