HALE TENGER

  • 104 SHARES

İdil Deniz Türkmen, Hale Tenger ile atölyesinde buluşup sanatçının kariyerinin farklı fazlarını özümsemeye yönelik sorular yöneltiyor.

Röportaj: İdil Deniz Türkmen

QP Women: En son bu sene Cappadox’ta “Hayat, Ölüm, Aşk ve Adalet” isminde bir açık hava enstalasyonu sergilediniz. Onun öncesinde Dubai’de Alserkal Avenue’da gösterdiğiniz “Under” ismindeki enstalasyon da açık havada yine içinde ses barındıran bir işti. Sese bu denli yönelmenizin sebebi nedir?

Hale Tenger: Kapadokya’da amacım, o büyüleyici doğal mekana hiç dokunmadan bir iş yapmaktı. Balkan Deresi Vadisi’nde bir dereciğin yanında, devasa kayalıkların oluşturduğu ters bir amfitiyatro gibi olan alanda sadece ses kullanarak bir yerleştirme gerçekleştirdim. Kayalıkların tepesinde güvercinlerin hala kullandığı eski kuş yuvalarıyla çevrili etkileyici bir mekandı. Vadinin doğası içinde bir kadının fısıltılı konuşması duyuluyordu. “Under” bir avluda, üzeri açık, ortasında ağaç olan bir yapı ve sesten oluşuyordu. İçeride izleyici, baş hizasından gerili bir ağın altında bir hikaye dinliyordu. Ses tasarımı mekanda çepeçevre uçan görünmez bir kuş hissi yaşatıyordu. İnsanın insana, insanın doğaya yaptığı adaletsizlikler olarak özetleyebileceğim bir metindi. Sesi çok uzun süredir kullanıyorum, bazen özel bir müzik, bazen arşivsel kayıtlar olarak yer alıyor işlerimde. Müzisyen arkadaşım Serdar Ateşer ile birçok projemde birlikte
çalıştık. Geriye gidersek, ilk defa sesi kullanmam 1993 yılına denk geliyor. Bosna savaşı sürerken kurguladığım “Nezih Ölüm Gardiyanları: Bosna-Hersek” isimli işim.

QPW: Neden bu işinizde ses kullanmaya ihtiyaç duydunuz?

HT: Bosna’da savaş tüm hızıyla sürer ve uluslararası müdahale olsun olmasın tartışmaları devam ederken, Türkiye’ye göçler başladı. Gelenler Trakya’da iki göçmen kampına yerleştirildiler. Bu insanların sesini duyurmak için kampa gitmek istedim ama ne yapacağımı bilmiyordum. Bir tercümanla gittim. Basına sızan bir skandal yüzünden kampa giriş için çok zor izin alabilmiştim. Sadece ses kaydı almama izin verildi. Daha önce medyadan aylarca savaşı takip edip görüntü biriktirmiştim. Kampı ziyaretimde, medyadan takiple mağdurlarla doğrudan temas arasındaki korkunç uçurumu deneyimledim ve işin bu boyutunu sergiye yansıtmak istedim. O yüzden yüzlerce görsel ve yazılı malzemeyi fotokopilerle içi su dolu kavanozlara yerleştirdim ve kamptaki insanların konuşmalarını mekanda çepeçevre dolaşan hayaletimsi bir ses olarak kullandım. Serdar Ateşer’den sadece göçmenlerin konuşmalarını, üst üste, kimi yakın, kimi uzaktan konuşuyormuşçasına montajlamasını rica ettim. Serdar ayrıca fona tedirgin edici uğultulu bir ses döşedi ve bu efekt beklentimin ötesinde bir derinlik ve zenginlik kattı. Bu deneyim bana sesin kullanımında sınırların ne kadar geniş olabileceğini fark ettirdi. 1996 yılında 1. Manifesta için “Kesit” adlı bir video yaptım, mekanın ortasındaki duvarın iki yüzünde projeksiyonla başımın önden ve arkadan görüntüsüne sesim eşlik ediyordu. İnsanoğlunun yeryüzünde prehistorik dönemden günümüze kadarki göç hareketlerini değişik açılardan ele alırken, yüzümle birlikte mekandaki ses de diğer tarafa dönüyordu. Böylece izleyiciyi konuşmamı duymak için mekanda sürekli yer değiştirmeye yöneltiyordum.

QPW: İşlerinizi incelediğimizde bir ‘içeride ve dışarıda olma’ kavramı göze çarpıyor. Dışarıdayken de aslında hapsolma gibi kimlik sorunlarıyla da ifade edebileceğimiz bir konu bu. Bir takım sınırların içinde var olmak size ne düşündürüyor?

Bu sorunun cevabını ve röportajın geri kalanını merak edenleri, QPW No:3’ün 120. sayfasına davet ediyoruz.