MID-CENTURY MODERN
Mid-century modern tasarımlar çağdaş mekanlara nasıl uyumlanıp nasıl hala güncel olabiliyor sorusuna cevap arıyoruz.
Yazı: Benan Kapucu
Bu inovasyon ve teknoloji çağında, neden hala 50-60 yıl önce tasarlanmış parçalar ya da kopyalarıyla yaşam alanlarımızı donatmaya çalışıyoruz? Bu “zamanı olmayan” stilin doğuşu dönemin sosyo-ekonomik koşullarıyla açıklanıyor olsa da bugün bile duygularımızı harekete geçiriyor olmasının altında psikolojik etkenlerin de olduğu kuşkusuz.
Mid-century modern (MCM) iki büyük dünya savaşından sonra 1940’lı yıllarda başlayıp Kuzey Amerika, Brezilya ve Avrupa’da yaygınlaşan; mimarlıktan mobilyaya ve grafik tasarıma farklı yaratıcı disiplinlerde ortaya çıkan bir hareket. Mimarlık ve sanat okulu Bauhaus’dan ve Uluslarası Üslup (International Style)’dan esinlenen hareketin en büyük çıkış noktası, savaş sonrasında modernlik ve işlevselliği ön plana getirmek olur. Bu mimari devrim, geçmişin gösterişli, geleneksel stillerini reddederek, temiz çizgiler, işlevsel tasarım, çelik, cam ve beton gibi yenilikçi malzemelerin kullanımını benimser.
Modernizm, gelenekten kopuşu temsil ediyor ve bunun yerine sadeliğe, verimliliğe ve geleceğe dair bir vizyona odaklanıyordu. Walter Gropius , Florence Knoll , Le Corbusier ve Ludwig Mies van der Rohe gibi öncüler modern dünyada yaşamanın ne anlama geldiğini yeniden tanımlıyordu. Teknoloji ve inovasyonun şehir manzaralarından banliyö evlerine kadar her şeyi şekillendirdiği, kendini yeniden inşa eden bir ulusun iyimserliğini yansıtan bir dönemi temsil ediyor. Amerikan Mimarlar Enstitüsü tarafından “tüm zamanların en büyük Amerikalı mimarı” olarak kabul edilen Frank Lloyd Wright, bir binanın dış cephesini iç kısmından ayrı görmek yerine, yapıyı bir bütün olarak düşünerek mimarlık dünyasını altüst etmiş ve -hareketin ilk günlerinde vefat etmiş olmasına rağmen- bu yenilikçi stil için ilham kaynağı olmuştu.
Q-P No.63 sayısında yer alan yazının devamı için info@qpmagtr.com adresine e-mail atabilirsiniz.