DÜRÜSTLÜK, GÜZELLİK, ÖZGÜRLÜK VE SEVGİ

  • 17 SHARES

Yapay zeka gözümüzün önünde yırtıcı bir hayvan gibi elimizde tuttuğumuz tüm yaratımları ele geçiriyor ve bizi bir yarışa zorluyor gibi, ne dersiniz?

Yazı NİL ERTÜRK

Orijinal hikayesi Baz Luhrmann tarafından 2001 yılında sinema için yaratılmış, 2018 yılında sahne için uyarlanmış Moulin Rouge müzikalini izlemek için, 1929 yılında açılmış olan Piccadily Theatre’dayım. Konusu 1889 yılında kapılarını Paris’te açan Moulin Rouge kabare kulübünün etrafında dönüyor ve sahnede o zamanın eğlence kültürüne ait bir dans olan can-can’ı sergileyen dansçılara bakıp insanın değişmeyen ihtiyaçlarını düşünüyorum. Tiyatronun fuaye duvarında 1920’li yıllara ait kıyafetlerle poz vermiş tiyatro ziyaretçilerinin büyük boy bir fotoğrafı asılı. 2024 yılının Şubat ayında puf montlarımız, yün berelerimiz ve rahat kıyafetlerimizle yaşanmış aynı anın başka bir haliyle bakışıyoruz. Tıpkı onlar gibi kendi suretimizin sergilediği bir performansı izlemek için aynı çatı altına toplanmış, tıpkı onlardan önceki zamanda da olduğu gibi, kendimizi bildik bileli değişmeyen, hep aynı hikaye olsa da aslında sergilenen performansın her gün değiştiği gerçek bir deneyim yaşamak için buradayız. “Mitler, insanların ruhlarını besleyen ebedi bir yiyecektir,” demiş Terry Goodkind. Kendi yarattığımız mitler üzerinden binlerce yıldır besleniyoruz. Ve biliyoruz ki içeri giren her şeyin dışarı çıkmak gibi bir huyu vardır. Sıra, yarattığımız yepyeni evren yapay zeka ile olan hikayemizde. Kendisi gözümüzün önünde yırtıcı bir hayvan gibi elimizde tuttuğumuz tüm yaratımları ele geçiriyor ve bizi bir yarışa zorluyor gibi. Üzerimize yansıtılan datalar aracılığıyla kendimizi daha iyi tanıyabileceğimiz, bizi kendimizden daha iyi tanıdığını iddia eden makinelerce söyleniyor. Binlerce yıldır geliştirdiğimiz insan kültüründe yepyeni bir günün tam şafağında duruyoruz hepimiz. Doğacak günün neler getireceğinden bir haber, yapmaya şartlandığımız işleri yapmaya devam ediyor, bir yandan yeni olanı anlamaya çalışıyor bir yandan da bu ikisi arasında nasıl köprü kuracağımızı düşünüyoruz. En azından benim düşüncelerim sürekli buralarda gezinip duruyor. İnsan olma deneyiminde belli ki vazgeçilmez olan birbirini izleme hali şu an tutunabildiğim en saf insani beceri.

Tutunmaya çalışmak bu dönemin ana başlıklarından biri olabilir, şayet yaşadığımız kültürün ve koşuşturma sisteminin içinde oradan oraya savrulmamızın sonuçları kendini iyice belli etmeye başladı ve tutunduğumuz dal sağlamlığını çoktan yitirdi. Bu
tek taraflı, büyümek için büyümeyi merkezine alan doyumsuz makineyi insanlar olarak artık besleyememeye başladık. Psikiyatrist, nörolog ve filozof Iain McGilchrist son kitabında insanlığın şu anda bulunduğu yeri, beyninin sağ tarafı felç halinde, sadece sol tarafı çalışır bir insana benzetiyor. Beynimizin sağ tarafının vizyonu ve büyük resmi ele aldığı, sol tarafının da detaylara odaklanıp işi yapan kısmı olduğunu açıklarken hayatta kalmak için her iki tarafın birbiriyle uyum içinde çalışıyor olması sağlıklı bir gelecek için tek şansımız diyor.

İnsanlığın bazı büyük felaketleri, iyi bir metodolojiye sahip olan insanların dar bakış açısı tarafından üretilmiştir.
Alfred North Whitehead

Gerçekler böyleyken kafasını veri kumuna gömen büyük şirketler ise bize sürekli olarak aksini söyleme peşinde. Hissettiğimiz huzursuzluk hali artık sadece belli bir zümreye ait düşüncelerden ibaret değil. Her zaman olduğu gibi işaretleri öncelikle sanat eserlerinde ortaya çıkmaya başlayan bu sessiz devrimin ayak sesleri duyulur olmaya başlayınca, aynı şeyi düşünen pek çoklarına serin sulara dalmışçasına bir rahatlama getiriyor sanki. Ocak ayında gerçekleşen John Galliano kreatif direktörlüğündeki Maison Martin Margiela kış 2024 defilesi tam da burada hedefini 12’den vurmuş gibi görünüyor. Yavaş, özenli, el yapımı ve az adetli üretimi benimsemiş olması gereken lüks markaların son 20 yılda onları hızlı modanın bir parçasına dönüştüren ritmine karşı çıkmayı ilk başaran büyük isimlerden biri oldu Galliano. “Başaran” diyorum çünkü bunu daha önce deneyip başarılı olamamış olanlar da var. Örneğin moda dünyası ve işleyişine karşı olan eleştirilerinden ve sisteme boyun eğmeyi reddedişinden ötürü aforoz edilen ve tek başına bırakılan müthiş deha Azzedine Alaia ya da zamanının çok ötesinde oluşuyla yalnızlaşan ve daha fazlası için kırbaçlanma halini kaldırma gücü olmayan Alexander Mcqueen, ya da belki adlarını bile duymadığımız ama kendi yollarını açan daha yüzlerce tasarımcı bunu yapmayı elbette denediler. Ancak eğer Muiccia Prada gibi aristokrat sınıfından ya da güncel terimiyle “nepo baby” sıfatına sahip değilsen ya da Rick Owens gibi kendi yarattığın nişin tahtına oturup 30 yıl boyunca dikkatini dağıtmadan hedefine kitlenmediysen, sadece iyi bir tasarımcı olmak 100 yıl önce olduğu gibi bir şeyleri değiştirmek için yeterli değil. O yüzdendir ki artık kolektif olarak bir şeylerin değişmesi gerektiğini çok daha fazla insan gördükçe, yapılan başkaldırının etkisi de çok daha geniş kitleleri etkileyebiliyor. John Galliano’ya, Maison Martin Margiela markası altında sunduğu son koleksiyon için 1 seneden fazla bir süre hazırlanacak zaman verilmiş. Görüyoruz ki tüm duyulara hitap edecek ve izleyicilerde kalıcı etkisi olan bir şov yaratmayı başaran bu defilenin başarısının arkasında tek bir lüks var aslında, yaratıma verilen değer ve zaman. Günümüz markalarının “çok özel” kreatif direktör koltuklarında oturan seçilmiş azınlığın neredeyse hiçbirine verilmeyen bir şey bu. Eline geçirdiği her tasarımcıyı öğütüp suyunu çıkardıktan sonra bir sonrakine geçen lüks moda dünyası her gün en çok konuşulan olma yarışında nefes nefese kaladursun, odağına bu yarışı almadan dataları, pazarlama taktiklerini ya da herkesin içinde olduğu çarka tutunmaya çalışmayı umursamadan kendi iç dünyasına dalmasına izin verilen bir sanatçı, çok daha fazla ses getirebiliyormuş. Son 10 yılda bu etkiyi bırakan, moda dünyasında az çok yer edinmiş, bu alanı mesleği haline getirmiş hemen hemen herkesi kalbinden yakalamayı başaran bir başka defile daha olmaması, bir tasarımcıyı kendi haline bırakmanın yarattığı sarsıcı etkiyi, sağ beyin ile sol beynin birlikte çalışmasının çıktısını gözler önüne sermiş gibi.

Moda haftası sırasında bir başka devrim etkisi yaratan hareket de The Row markasının defile izleyicilerine telefonla çekim yapmalarını yasaklaması oldu. Bu basit ama kısıtlayıcı eylem moda dünyasında büyük tartışmalara sebep oldu. Moda haftasını ve modayı sosyal medyadan bağımsız olarak düşünemediğimiz bu yıllarda, izleyicileri kendi deneyimiyle baş başa bırakan ve deneyimin kopyalanabilirliğini aradan çıkartan bu eylem lüksün ne olduğunu ve tasarıma vermeyi unuttuğumuz o saygıyı yeniden hatırlatan bir devrim yaratarak insanları bu konu hakkında daha fazla düşünmeye iten bir örnek olmayı başardı. Hegel, alışkanlıklar değiştikçe beğeniler değişir demiş. Benzer bir sözü Zizek de “Arzularınızı değiştirin” olarak dile getirir. Moda dünyasıyla, artık alışık olduğumuz sosyal medya aracılığıyla iletişim kurmayı değiştirirsek beğenilerimiz ne olur? Sosyal medya öncesi alışık olduğumuz deneyim şekline yeniden ulaşabilir miyiz? Arzularımız ne yönde değişir? Moulin Rouge müzikali sahnede sergilenirken ellerinde “Telefonlar Kapalı” pankartıyla gezen görevliler olması artık bizi esiri olduğumuz o dünyadan kopartıp eseri 1920’lerdeki halimizle deneyimlememizi sağlayabiliyor mu? Yoksa beyinlerimiz için artık eskiye tutunmanın hiçbir anlamı yok mu? Bu sezon podyumlarda gördüğümüz koleksiyonlar bahsettiğim yeni şafağın önünde, eskiye tutunmaya çalışanlar ve artık ona bağlı olmak istemeyenler olarak ayrılmış gibi görünüyordu. Beğenilerinizden memnun musunuz bilmiyorum ama ben podyumlarda veri sonucuyla yürütülen, satış raporu önden hazırlanmış, yeni bir fikir barındırmayan lüks moda kılığına girmiş hızlı tüketim ürünleri görmekten sıkıldığımı söyleyebilirim.

Koleksiyonunu New York moda haftasında sunan Willy Chavarria da aynı şeyleri düşünmüş olacak ki defilesinde her yerde gördüğümüz aynı veri çıkışını sağlayacak kıyafetler ve modeller yerine içinde gerçek bir ruh ve yaşanmışlık barındıran, şu an içinde olduğumuz kafa karışıklığını yorumlayan bir koleksiyon çıkartmış ortaya. Uzun yıllar Calvin Klein’ın tasarım bölümünün başındaki isimlerden biri olan Chavarria 2023 yılında CFDA (Amerikan Moda Tasarımcıları Derneği) tarafından yılın en iyi erkek giyim tasarımcısı olarak ödüllendirilmişti. Gücünü denenmiş olandan alıp kıyafetlere modern bir kimlik yorumu getiren sanatçı, defilesindeki her detayla 19.yy sanatçılarının bohem ideallerini günümüze taşımış.

Bana öyle geliyor ki yapay zeka karşısında tehlikede olan tek şey sol beyin odaklı yaşayan insan kültürü ve bu yarıştaki tek çıkış noktamız beynimizin sağ tarafını aktive eden, geniş resmi görme yeteneğimizi devreye sokacak aktiviteler aracılığıyla, binlerce yıldır anlamını yitirmeyen insan olma deneyimine bakmaya devam etmek. Tıpkı yarattığımız mitlerden biri olan ve ana fikrini bir diğer mit bohem kültüründen alan Moulin Rouge’da da söylendiği gibi, bu ölçümü yapılamayacak ve veriye indirgenemeyecek dört ideal sağlıklı bir gelecek yaratmak için tek çıkış noktamız olabilir: Dürüstlük, Güzellik, Özgürlük ve Sevgi.