TRANSATLANTİK KONUM
Four Seasons son lokasyonunu, Kuzey Amerika’nın Avrupa şehri olarak lanse edilen Montreal’den yana kullanıyor. Şehrin ruhunu yansıtan modern mimarisine panoramik terasıyla gastronomik lezzetler eşlik ediyor.
Atlantik Okyanusu’nu geçmenize rağmen kendinizi Avrupai bir şehirde hissetmek nasıl bir duygu olabilir? Montreal’i daha önce ziyaret ettiyseniz ne demek istediğimizi anlamışsınızdır, zira daha önce kenti görmemiş olanlar ya da seyahat planlarına yeni dahil edenlere bu duyguyu yaşatmak isteyen Four Seasons, Montreal’in dokusunu ve gastronomi kültürünü tek bir çatı altında topluyor. Golden Square Mile’de konumlanan Four Seasons’ın dış yüzeyindeki siyah camları, beton sütunları ve 19. yüzyıl tarzı, Lemay ve Sid Lee tarafından tasarlandı. Otel, odaların ve otelin iç dekorasyonu içinse Philip Hazan ve Paris merkezli Studio Gilles & Boissier ile ortak bir çalışma yürüttü. İş birliği sonucunda yüzeylerin yansımalarıyla görsel illüzyonlar, ılık renk paletinin hakim olduğu duvarlar, mermer ve tunçtan yapılmış farklı tonlara ait ahşap desenli objeler ortaya çıktı. Otelin on yedinci katından sekizinci katına kadar uzanan alüminyum ve 24 ayar altın disklerden oluşan açık hava atriyum, Pascale Girardin tarafından yaratıldı. Ayırca, Four Seasons’ın Social Square adını verdiği ve içerisinde restoran, lounge, bar ve teras bulunan bölümü, 1970’lerin şık otel anlayışından ilhamla Atelier Zebulon Perron tarafından tasarlandı. Bu bağlamda, terasın sunduğu Mount Royal Park’ın görüntüsünü de unutmamak gerekir. İşin tasarım kısmı bir yana otelin mutfağı da kentin kendisiyle bağdaştırılmış bagel ve tütsülenmiş etlerin farklı malzemelerle yarattığı lezzetleri bir araya getiriyor. Four Seasons’ın içerisinde bulunan Marcus, Marcus Samuelsson’un imzalı tabakları da cabası.