Sürprİzlerle Dolu İzlanda
İstanbul’dan direkt ulaşım imkanı bulunmadığı için ilk bakışta zorlu bir rota gibi görünse de, İzlanda hem doğası hem de iklimiyle sürprizlerle dolu ve görülmesi gereken bir lokasyon. Siz de İzlanda atasözüne kulak verin ve en doğru sonuç için 5 dakikada bir hava durumunu kontrol edin. Yazı ve fotoğraf Emre Kayalar
İzlanda, seyahat etmeyi uzun zamandır büyük bir istekle planladığım ülkelerden biriydi. Seyahatimin sonunda, herkesin bilmediği ama gitmesi gerektiği bir yer olduğuna kanaat getirdim. Atlas Okyanusu’nda küçük bir ada. Ama buna rağmen yanardağları, buzulları, şelaleleri, volkanik çölleri, gayzerleri ile de bambaşka bir dünya. Sürprizlerle dolu, keşfedilmeyi bekleyen ve seyahat için planladığınız günleri dolu dolu yaşayabileceğiniz masallardan fırlamış gibi duran bu ülkeye ilk ziyaretim, ama son olmayacağı kesin.
İzlanda’nın nüfusu neredeyse 322 bin. İlk yerlileri ise tahmin edebileceğiniz gibi Vikingler. Verilere göre, 9. ve 10. yüzyıllarda Norveç’ten gelen Vikingler, bu ülkenin ilk yerlileri olmuşlar. 1944 yılında bağımsızlığını kazanan İzlanda; bu tarihe kadar farklı dönemlerde Norveç ve Danimarka’nın himayesi altında yönetilmiş. Fakat ülke, coğrafi açıdan karadan uzak olduğundan, yerliler kendi kültürlerini yüzyıllardır koruma başarısını elde edebilmişler. Bu yüzden, İzlandaca Avrupa’nın eski dillerinden biri olarak kabul ediliyor. Buna ek olarak; İzlandalılar, İskandinav ırkının en saf hali olarak da kabul ediliyorlar. Sebebi ise izole bir ada olmasından dolayı farklı ırktan insanların diğer İskandinav ülkelerine kıyasla bu adaya pek fazla yerleşmemeleri.
Konum olarak Atlas Okyanusu’nun kuzeyinde, İskandinavya ve Britanya Adası’nın kuzeybatısında yer alan İzlanda; Amerika’ya daha yakın olsa da, Avrupa’nın bir parçası sayılıyor, ama hem kültürel hem de coğrafi olarak aslında Avrupa’nın diğer ülkelerinden farklılık gösteriyor. İzlanda’nın büyük bir bölümü volkanik ve adadaki 200 civarındaki yanardağlar hala aktif. Yanardağlardan en önemlisi de Hekla Yanardağı. Bu yanardağın yüksekliği 1490 metre. En popüler yanardağ ise 2010 yılında patlayarak birçok uçuşun dahi iptal olmasına sebep olan Eyjafjallajökull Yanardağı. Volkanik bir ada üzerinde kurulmuş olan bu devletin başkenti Reykjavik, yeryüzünde kutup bölgesine en yakın başkent unvanını taşıyor. Önemli bir balıkçılık şehri olan Reykjavik; İzlanda nüfusunun neredeyse yarısına ev sahipliği yapıyor.
İzlanda’ya ulaşım; havayolu ile daha pratik. İstanbul’dan Reykjavik’e direkt uçuş olmadığından, Avrupa’da birçok büyük kentten aktarmalı uçmak mümkün. Ben Danimarka’nın başkenti Kopenhag’dan uçmayı tercih ettim. Bu arada İzlanda her ne kadar Avrupa Birliği’ne üye olmasa da, Schenghen üyesi bir ülke olduğunu belirtmekte fayda var.
İzlanda, Eylül ve Ekim aylarında iklim olarak Türkiye’ye kıyasla daha soğuk olsa da, bu dönem İzlanda ortalamasına göre seyahat açısından biraz daha elverişli olabiliyor. Eylül ve Ekim aylarında hissedilen ortalama hava sıcaklığı 2 ila 5 °C arasında değişiyor. Sert kış aylarında havanın -1 ila -5 °C arasında olduğunu düşündüğümüzde, bu aylar seyahat açısından daha uygun olur. İsminin ‘buz ülkesi’ anlamına gelmesinden ve coğrafi konumundan dolayı, düşünüldüğünde çok soğuk bir ülke izlenimi veriyor. Fakat etkisi altında olduğu ‘Gulf Stream’ sıcak su akıntısından dolayı, sanılanın aksine daha ılıman bir iklime sahip.
Kendine has coğrafi konumu ve doğal güzellikleriyle, başlı başına kültür ve turizm cenneti olan İzlanda’da, yapılacak birçok aktivite ve görülmesi gereken doğal güzellikler var. Çok geniş bir alana yayıldığından, gidilmeden önce mutlaka günlük program ve güzergah belirlemekte fayda var. Ben kendi seyahatimde doğal güzelliklere ağırlık verdim. Bu tür bir seyahatte araba kiralamanın, özellikle İzlanda gibi bir ülkede, çok büyük önemi var. Araba size daha rahat ve esnek bir seyahat imkanı kazandırıyor. Ayrıca yollar çok düzgün, trafik ise oldukça düzenli ve herkes kurallara uyuyor. Eğer araba ile uğraşmak istemiyorsanız, şehir merkezinde pek çok turizm acentesi bulunuyor ve popüler aktivitelerle günlük programlar düzenliyorlar. Benzer hizmetleri otellerden de almak mümkün.
Reykjavik’te konaklamayı tercih ettiğimden, adanın güney şeridindeki doğa güzelliklerini keşfetme şansım daha fazla oldu. Bu sebeple, ziyaret ettiğim yerler; Reykjavik, Geysir, Seljalandsfoss, Skógafoss, Gullfoss, Blue Lagoon ve adanın en güneyinde yer alan Vik Sahili.
Reykjavik
Tam bir liman şehri olan Reykjavik’te yaşayan halk balıkçılık ile uğraşıyor. Soğuk iklim coğrafyasında olmasına rağmen ‘Gulf Stream’ sıcak su akıntısı buradan geçtiğinden limanları asla donmuyor ve yılın her zamanı gemiler bu limanlara yanaşabiliyor. Kış aylarında sıcaklık -2 santigrat civarında; şehirde ısınmak için pek çok evde jeotermal ısınma sistemi kullanılıyor, hatta bu türde dünyadaki en geniş sisteme sahip. Şehir denizden çok rüzgar aldığından, pek fazla yüksek bina yok. Şehrin en yüksek yapısı 73 metre yüksekliğinde Lüteryan kilisesi olan Hallgrímskirkja. Bu yüksek yapı şehrin çoğu noktasından rahatlıkla görülebiliyor. Dikkat çekici tasarıma sahip bu kilisenin yapımına 1945 yılında başlanmış ve 1986 yılında tamamlanmış. Mimar Guðjón Samúelsson, bu kiliseyi dizayn ederken, İzlanda’da sıkça rastlanan volkanik patlamalar ve lavların dökülmelerinden esinlenmiş. Ayrıca, kilisenin tasarımı kadar içinde bulunan 5275 boruya sahip dev kilise orgu da çok meşhur. Küçük bir şehir olmasına rağmen sokaklarda kendinizi tek başınıza gibi hissedebilirsiniz, fakat akşam saatlerinde şehir merkezi oldukça hareketleniyor. Özellikle Laugavegur Caddesi restoran ve bar seçenekleriyle oldukça hareketli bir hale geliyor.
Geysir
İzlanda’yı ziyaret edenlerin görmeden dönmemesi gereken yerlerin başında ‘Geysir’ (Türkçesi de Geyzerler) geliyor. Strokkur şehrinde bulunan bu jeotermal bölgeye, başkent Reykjavik’ten araba ile bir buçuk saatte kolaylıkla ulaşılabiliyor.
Geysir, kesintili bir biçimde sıcak su fışkırtan, kükürt kokusu yayan kaynarca anlamına geliyor. Su sıcaklığı 85 °C civarlarında olduğundan, zaman zaman ziyaretçilerin yaralanmalarına bile sebep olmuş. Bu bölgede, milli park havasında geniş bir alanda, irili ufaklı birçok geyzer bulunuyor. Geyzerlerin en meşhuru ise ‘The Great Geysir’ olarak biliniyor. Her 5-10 dakikada bir su fışkırtıyor ve yüksekliği 40 metreye kadar çıkabiliyor.
İzlanda devleti bu jeotermik doğa olayından çok iyi faydalanıyor. Geyzerlerden gelen buhar ve sıcak su 1943 yılından bu yana evleri ısıtmak için kullanılıyor. Bunun yanı sıra geyzerlerden çıkan buhar denetim altına alınıyor ve türbinler kurularak elektrik üretiliyor.
Seljalandsfoss
Başkent Reykjavik’e 130 km mesafede bulunan bu şelale; Seljalandsá Nehri’nin 60 metre yükseklikten düşmesiyle oluşmuş. Seljalandsfoss şelalesinin en güzel yanı ise, doğal konumundan dolayı, ziyaretçilere şelalenin arkasından yürümek gibi unutulmayacak bir deneyimi yaşama fırsatı vermesi (şelaleye popülerliğini kazandıran da bu fırsat).
Skógafoss
İzlanda’nın en önemli şelalelerinden biri, sebebi ise boyutları bakımından en büyüklerinden olması. Yüksekliği 60 metre, genişliği ise 25 metre olan bu şelale en bilindik ziyaret noktalarından biri haline gelmiş. İnanışa göre, 9. ve 10. yüzyılda yaşayan adanın ilk yerlileri Vikingler’e ait bir hazine şelalenin arkasındaki bir mağarada saklanıyormuş. Büyüklüğünden ve genişliğinden dolayı, akan suyun oluşturduğu su bulutu sayesinde, güneşli bir güne denk gelmişseniz gökkuşağı görme fırsatını da veriyor. Başkent Reykjavik’e 155 km uzaklığında. Skógá Nehri’nden beslenen şelalenin etrafında küçük bir mola vermek için şık bir kafe de bulunmakta.
Gullfoss
İzlanda’ya gelen turistlerin en çok rağbet gösterdiği etkinliklerden birisi olan Gullfoss Şelalesi, ülkenin güneybatısında bulunuyor ve Hvítá Nehri’nden beslenerek aynı ismi taşıyan Hvítá kanyonuna akıyor. Üç kademeli şelaleden oluştuğundan dolayı, halk buraya ‘merdiven’ lakabını takmış. Reykjavik’ten bu bölgeye bir buçuk saat gibi bir sürede rahatlıkla ulaşılabiliyor. Güvenlikten dolayı, teras gibi bir platformdan gözlemlenen bu şelalenin çıkardığı gürültü ve rüzgarla birlikte hissedilen su bulutu mutlaka görülmeli.
Blue Lagoon
Bu kadar sıcak su kaynağının bulunduğu bir ülkede, sıcak su kaplıcasının olmaması imkansız olurdu tabii. Blue Lagoon, ismini suyunun mavi renginden alan, modern ve kaliteli bir açık hava jeotermal kaplıca tesisi. Reykjavik’ten 40 dakikalık mesafede bulunması ise turistlerin yoğun ilgisine sebep oluyor. Özellikle soğuk ve kar yağışlı bir havada ziyaret ederseniz keyfini daha çok çıkarabilirsiniz çünkü karın altında böyle bir kaplıcada keyif yapmak unutulmaz bir anı olacaktır. Yanında bulunan lagün jeotermal santrali Svartsengi’den gelen su ile beslenen tesisin iyileştirici birçok özelliği olduğu da belirtiliyor. Özellikle uzun saçlı ziyaretçilerin bu konuda dikkat etmesi gerekli, çünkü sudaki minerallerin yoğunluğu saç yapısını değiştiriyor ve etkisi bir hafta devam ediyor. Bu durum kısa saçlarda iki gün sürüyor. Böyle bir durumla karşılaşmamanız için tesis tarafından verilen kremleri uygulamakta fayda var.
Vik
Vik Köyü İzlanda’nın güneyinde ve Reykjavik’e 180 km uzaklıkta. Nüfusu 300 kişi olan küçük bir kıyı köyü. Bu köyün meşhur olma sebebi ise; dünyaca ünlü siyah kumsallara sahip olması. Atlantik Okyanusu’na açılan bu siyah sahilin, volkanik patlamalardan dolayı böyle bir kumsala sahip olduğu söyleniyor. Yanında bulunan Katla volkanının etkisi büyük, ayrıca 2010 yılındaki Eyjafjallajokull volkanının patlamasıyla oluşan küllerin de bu sahile ulaştığı kanıtlanmış.
Sonuç olarak, İzlanda hep seyahat etmek istediğim ve sonunda gerçekleştirdiğim, beni etkileyen nadir ülkelerden biri olarak aklımda kalacak. Beklentimin üzerinde, çok keyifli bir seyahat geçirmemi sağlayan bu doğa zengini ülke, hala keşfedilmeyi bekleyen birçok güzelliği ile tekrar ziyaret edilmeyi hak ediyor. Başkent Reykjavik’te konaklamayı tercih ettiğimden, ülkenin güneyindeki yerleşimleri gezebildim. Bir sonraki planım ise, Reykjavik aktarmalı uçarak ülkenin kuzeyinde yer alan Akureyri şehrinde konaklayıp, kuzey şeridindeki doğal güzellikleri keşfetmek olacak.