FAROE’DE HIKING VE ROAD TRIP

  • 87 SHARES

Kuzey Atlantik Denizi’nde çoğu birbirine denizaltı tünelleri ve köprülerle bağlı 18 adanın meydana getirdiği Faroe Adaları keşfini, beş günde 1.400 km yol kat ederek hiking ve road trip üzerine kurgulayan Beran Toksöz’ün seyahat envanteri.

2012’de Faroe Adaları’nı ziyaret eden turist sayısı ile Güney Kutup bölgesine gidenlerinki aynıydı. Fakat bu ada ülkesi, radikal bir kararla komşularının (Danimarka, İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç) markalaşma ve global turizmde ciddi yer edinme politikalarına kendisini de dahil etti. Bu 360 derecelik pazarlama stratejisinin sonucu da maceraperest rota arayışında olanlar ve hiking severler için tam anlamıyla biçilmiş kaftan oldu. Gelelim şahsi takıntım olan Faroe Adaları’na… Son iki yıldır merak sardığım road trip konsepti ve bilinmeyen yerleri keşfetme isteğimin yanı sıra 1991’de Türkiye A Milli Takımı’nın Faroe ile oynadığı dostluk maçı, burayı 2018 seyahat projeksiyonları listemin en başına yerleştirdi. ‘Faroe’ Dancada ‘koyun adası’ anlamına geliyor. Nitekim burada yaşayan koyun sayısı ada halkının neredeyse iki katını oluşturuyor. Dolayısıyla bu hayvanlar tüm adayı gezmekte özgürler ve tamamen serbest dolaşım içerisindeler. Hatta Google Maps’in Street View uygulamasını Faroe’ye de getirmesinin baş kahramanı bile bir koyun! Şöyle ki; 360 Sheepview adlı projede koyunların üzerine yerleştirilen kameralarla yol ve patika görüntüleri alınmış. En sonunda kampanya başarıya ulaşınca Google Maps, Fraoe’de de hayata geçirilmiş.

Fakat koyunların egemenliğindeki bu adaya gelmek üzere yapacağım uçuşa beş gün kala, (Namibya seyahatinden vize konusunda ders çıkarmış olmam gerekirken) aşırı kendine güven, beni yine biraz uykusuz bıraktı. Zira takımadaya ulaşmak için Danimarka Konsolosluğu’ndan ayrı -Schengen başvurusu ile aynı prosedürde- bir vize alınması gerekiyor. Neyse ki şansım bu kez yaver gitti ve yolculuğa iki gün kala, başvurduğum tarihte vizemi hallettim. Kopenhag üzerinden yılın her anında ülkenin resmi havayolları Atlantic Airways ile varabiliyorsunuz Faroe’ye; hatta sezonuna göre bazen günde üç sefer bile yapılıyor. Eğer ‘hazır gitmişken’ mantığında bir insansanız, gidişte veya dönüşte, ufak bir Kopenhag turu bile gerçekleştirebilirsiniz. Zira Kopenhag-Vágar arası uçakla yaklaşık iki saat sürmekte.

Tamamen volkanik bir yapıya sahip olan ve çoğunlukla bazalt lavlardan oluşan Faroe, 62. boylamda, yani oldukça kuzeyde, bulunmasına rağmen Atlantik Okyanusu’nun ılımlı akımı Gulf Stream’den dolayı kış mevsiminde aşırı soğukla karşılaşmıyor. Daha detaylı anlatmak gerekirse; yazın ortalama 13 derecede seyreden serin hava, kışın üç derece civarında dolaşıyor. Benim seçtiğim tarih, tam iki sezonun ortası idi ve normal şartlarda kar beklenmiyordu. Fakat Mart’ın ilk haftası tüm Avrupa’yı etkileyen soğuk hava dalgası Faroe’yi de içine almıştı. O nedenle tamamen hiking üzerine kurulu seyahat sistemim hiking+road trip’e doğru evrildi.

8 adalı Faroe’yi beş bölge; Vagar, Streymor, Eystruyor, Suduroy ve kuzey adalarının birleşimi olan Nordoyggjar meydana getiriyor. Suduroy Adası hariç diğer dördü Atlantik Okyanusu’ndaki iki denizaltı tüneli ve köprülerle birbirine bağlanmış vaziyette. Üçüncü tünel ise şu anda yapım aşamasında; belli ki bittiğinde Streymoy ile Eysturoy adaları arasındaki mesafeyi hayli kısaltacak. Yol sistemini ve adanın bitki örtüsünü ise genel anlamda İzlanda’ya benzetebiliriz. İhracatının yüzde 98’ini balık ve balık ürünleri ile sağlayan bir ülkede tahmin edebileceğiniz üzere deniz taşımacılığı oldukça gelişmiş. Ama takımadada gezmenin en rahat yolu araba kiralamak. Hatta çok fazla otomatik aracın bulunmadığı filolarda işinizi sağlama almak için rezervasyonunuzu önceden yapmanızı tavsiye ederim. Faroe’de off-road yapmak yasak; o nedenle hava şartlarından bağımsız, kar lastikli herhangi bir otomobil ihtiyacınızı karşılayacaktır.

8 adalı Faroe’yi beş bölge; Vagar, Streymor, Eystruyor, Suduroy ve kuzey adalarının birleşimi olan Nordoyggjar meydana getiriyor. Suduroy Adası hariç diğer dördü Atlantik Okyanusu’ndaki iki denizaltı tüneli ve köprülerle birbirine bağlanmış vaziyette. Üçüncü tünel ise şu anda yapım aşamasında; belli ki bittiğinde Streymoy ile Eysturoy adaları arasındaki mesafeyi hayli kısaltacak. Yol sistemini ve adanın bitki örtüsünü ise genel anlamda İzlanda’ya benzetebiliriz. İhracatının yüzde 98’ini balık ve balık ürünleri ile sağlayan bir ülkede tahmin edebileceğiniz üzere deniz taşımacılığı oldukça gelişmiş. Ama takımadada gezmenin en rahat yolu araba kiralamak. Hatta çok fazla otomatik aracın bulunmadığı filolarda işinizi sağlama almak için rezervasyonunuzu önceden yapmanızı tavsiye ederim. Faroe’de off-road yapmak yasak; o nedenle hava şartlarından bağımsız, kar lastikli herhangi bir otomobil ihtiyacınızı karşılayacaktır.

Bu küçücük adalar topluluğundaki beş günlük serüvende, yaklaşık 1.400 km yol kat ederek ve neredeyse gördüğüm her tabelayı takip ederek belki de mini bir rekor bile kırmış olabilirim. Fakat bahsettiğim tabelaların bazılarının özel bir adı var: Buttercup. Düğün çiçeği anlamındaki buttercup’lar Faroe Adaları’nda manzaraların dikkat çekici olduğu yollara verilen isim ve bu ibarelere trafik tabelalarında rastlıyorsunuz. Rotanızda olsun veya olmasın; bana kalırsa her buttercup’ı takip etmelisiniz zira daha önce eşine rastlamadığınız dik fiyortları veya binlerce koyun sürüsünü görmeniz kuvvetle muhtemel. Tabii her şeyin ötesinde güzel bir seyahat yazısı yazabilmenin bana göre altın kuralı anlattıklarınızı bakış açınız ile resmedebilmekten geçiyor. Bu durum benim açımdan artık şöyle gelişiyor: Her geçen gün fotoğrafa duyduğum ilgi artışına paralel, seyahatlerde taşıdığım kamera sayısı çoğalıyor. İşbu destinasyonda, hiking rotalarımda ve karlı bölgelerde rahat çekim yapabilmem için koleksiyonuma en son eklenen Leica X-U bana eşlik etti. Hedeflerimden biri de adalar üzerinde drone uçurup iyi fotoğraflar çekebilmek ve bunları paylaşabilmekti. Ancak hava şartları buna bir gün bile izin vermediği için drone’um da benimle bolca road trip yapmış oldu. Kameramla yakaladığım mükemmel görüntü kalitesinin en ekstrem koşullarda bile rahatlıkla alınabildiğini görmekse tarifi mümkün olmayan bir mutluluktu.

Seyahat planımı, birbirine bağlı ana dört bölgeyi günlere bölerek oluşturmuştum: Önce Vagar ve Mykenes; ikinci gün Streymoy ve başkent Torshavn; üçüncü gün Eysturoy; son gün de kuzey adalarını turlayarak havaalanın bulunduğu Vagar’a geri dönüş. Bu devamlı otel değiştirme hali kulağa yorucu gibi gelse de konaklama alanının sonraki rotalara yakınlığı nedeniyle aslında daha az yoruluyorsunuz. (Tabii ‘mutlaka şehirde kalmak istiyorum’ diyenlere de itirazımız yok; adanın en gelişmiş bölümü tartışmasız nüfusun yarısının yaşadığı başkent Torshavn.) Kopenhag’dan yola çıkıp akşam saatlerinde Vagar’a indiğimde havaalanının oldukça küçük ve organize yapısı sayesinde valizimi alıp arabama binmek toplam 15 dakika sürüyor. (Bu arada yolculuk öncesi girdiğim vize stresinin ne kadar anlamsız olduğunu anladım çünkü ne gidişte ne de dönüşte hiç kontrol edilmedi.) Rötar nedeniyle kaybettiğim yarım günü, gece yaklaşık bir saatlik mini Vagar turuyla kompanse ediyorum. Ertesi günün programı ise çoktan belli: Hava bozulmadan önce helikopter turumu gerçekleştirmek ve akabinde ilk hiking rotamın yanına tik atmak.

Yazının devamını okumak için 18. sayımızın 121. sayfasını açmanızı öneriyoruz.