Jaeger-LeCoultre’un EDEBİ KADRAJI
Jaeger-LeCoultre, 2008’den beri her sene yeni kitap edisyonlarıyla kimliğine fotoğraf pratiğini de ekliyor. Yazı Müjde Metin
Yearbook’un ilk edisyonu 2008 yılında yayınlanmış olsa da, bu yeni yeşeren geleneğin özü ondan bir önceki seneye, 2007’ye dayanıyor. O dönemde markanın CEO’su Jérôme Lambert’in giriş yazısında belirttiği gibi, “Jaeger-LeCoultre Yearbook’un ilk sayısı, zamanın geçmesini engellemeyecek. Fakat, Vallée de Joux’da 2007’de Grande Maison’un tarihini değiştiren önemli konseptleri ve majör başarıları somutlaştırıp muhafaza edecek.” Her sene hazırlanan bu kitabın ruhunu, daha doğrusu benimsediği görevi, en iyi bu cümle özetliyor. Ruhuna dönecek olursak da, bir saat markasının, fotoğraf kitapları biriktiren birisinin dahi hayli ilgisini çeken bir yayın çıkarabilecek kadar azimli olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Saat modellerinin zanaat taraflarını bazen sanatsallıkla eşlesek de, aslında “eser” yakıştırmasını yapabilmemiz için bir sanat pratiğine ihtiyacımız var… Ki Yearbook fotoğrafçılığa odaklandığından, Jaeger-LeCoultre böylece çatısı altına sanat eserlerini de dahil etmiş oluyor. Yayınlanan fotoğraflar, özellikle onuncu sayıda, koleksiyonerler açısından, yalnızca saatlerle değil sanatla ilgili de etkileyici bir içerik ortaya çıkarıyor.
Jaeger-LeCoultre, 2007’de manüfaktüründe Heritage Gallery’nin açılışını yapmıştı; kol ve masa saatlerinden kalibrelere, her biri Grande Maison’da tasarlanıp üretilmiş yaklaşık 500 adet horolojik objenin yer aldığı büyük bir sergiyle. Bu mekanik objeler, hem markanın tarihini, hem İsviçre’deki saat yapımcılığı tradisyonunu şekillendiren ögelerdi. Yearbook One da, aynı bağlamda 1833-2007 periyodunda öne çıkan saatleri, kronolojik bir sıralamayla, modelleri birer heykelmiş gibi gösteren fotoğraflarla birlikte sunuyordu. Ama öte yandan, Yearbook One saat dışındaki konularıyla da dikkat çekiyordu. Louvre’daki tabloların tozunu alan bir karakterin kurgusal hikayesi; II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’nın aşık olduğu yegane hedef, California’nın da üzerinde olduğu Route 66’in geçmişi; Philippe Ramette’in suyun içinde yarattığı sanatsal senaryolar; Gabriel Garcia Marquez’in ailevi biyografisi… Her biri, zaman içinde birçok kez açılıp okunacak derecede nitelikli makalelerdi. Yearbook Two’da, coğrafya’daki Güney kültürü metaforu; Stéphane Couturier’nin aksiyon dolu kadrajı; tarihi ve spiritüel açıklamalarla manastır sistemi ele alınmıştı. Sonraki sayılarda, ekolojiden mimariye, ikiz olmanın psikolojik etkisinden sosyolojik algısına, görselliğin büyüsüne, İzlanda’nın atmosferine, Arjantin’in figürlerine, galaksinin işleyişine ve Chema Madoz’un kavramsallığına kadar uzanan pek çok kreatif makale yayınlandı.
Başlangıçta belirttiğimiz fotoğraflar, her zaman bu yazılara eşlik etti. Kitabın büyük boyutu, imaj seçkisini daha da etkili kıldı. Fakat Yearbook konseptinin görsel olduğu kadar yazınsal manada da güçlü olduğunu es geçmemek lazım. Zira önceden okuduğunuz bir makaleyi, sonra aklınıza bir şey geldiğinde tekrar anımsayıp okumak istemeniz gayet olası.
Yearbook Nine ve Yearbook Ten ise, diğerlerine göre daha farklı bir çerçevede kurulu. Bu kez bentlerden oluşan kitapların ana temaları var. Nine, evrene; Ten, iddialı olup da iddiasını açığa vurmayan vizyonlara yoğunlaşıyor. İçlerinde yine bambaşka noktalardan yola çıkan konular bulunuyor. Ancak son kitaplardaki bütünsellik, Jaeger-LeCoultre’un artık yayıncılıkta da adım adım sağlam temeller üzerinde ilerlediğini gösteriyor.