CİDDİYETİN ÖTESİNDE: ALEXANDER EKMAN VE YOANN BOURGEOIS ÜZERİNE

  • 21 SHARES

Yeniliğe, arayışa, neşeye ve hareketin seyircilerle ilişki kurma gücüne güvenmek, ihtiyaç̧ duymak ve tüm bunları yaratımın itici güçleri haline getirmek…

Yazı YAŞAM ÖZLEM GÜLSEVEN

Son dönemde adından sıkça söz ettiren Nederlands Dance Theatre’ın İsveçli koreografı Alexander Ekman ve sirk sanatları, dans ve akrobasiyi yan yana getirdiği işleriyle tanınan Fransız koreograf Yoann Bourgeois dansın seyircilere sunabileceği oyun alanı ve hatırlatabileceği “neşe” ile bambaşka alanlarda günümüz dans dünyasını dönüştürme potansiyeline sahip işler üretiyorlar.

Alexander Ekman, 10 yaşında Swedish Ballet School’da başladığı dansçılık kariyerine bir koreograf olarak devam etti. Şu an uluslararası düzeyde tanınan bir koreograf olan Ekman, sıra dışı prodüksiyonları, devasa büyüklükteki sahne tasarımları, klasik bale geleneğine yenilikçi yaklaşımı ve ironik yorumlama yeteneği ile büyüleyici evrenler yaratıyor. Sanatçı bir söyleşisinde koreograf olma kararından bahsederken kendisinde bu heyecanı canlandıran ilk itkiyi “seyircilerin reaksiyonlarını gördüğü an” olarak tanımlıyor. Bir fikre sahip olmanın, onun gerçeğe dönüştüğünü görmenin ve insanların verdikleri tepkiyi izleyerek anın tadını çıkarmanın heyecanı…

Uluslarası Hannover Koreografi Yarışması’nda “The Swingle Sisters” isimli parçayla ödül kazanan sanatçının bu işinde üç dansçı öksürerek sesin ve bedenin ritim kazandığı bir koreografiyi sahneliyorlar. The Swingle Sisters’ın giriş bölümünde de karşımıza çıkan “mizahi” yaklaşım Ekman’ın özgünlüğünün başladığı yer. Özellikle üretim sürecinde çok fazla “ciddiyete” ihtiyaç duyulan bir alanda Ekman, oyun oynamanın, dans etmenin ve eğlenmenin dansçılara, topluluk üyelerine ve en önemlisi seyircilere hatırlatılması gerektiği düşüncesinin eşliğinde üretimlerini gerçekleştiriyor. Netherlands Dance Theatre ile birlikte yaptığı iş birlikleriyle de geniş kitlelere ulaşan sanatçı aynı zamanda eğitim de aldığı Cullberg Ballet, Gothenburg Ballet gibi köklü kurumlarla işbirliği içinde çalışıyor. Kalabalık ve büyük prodüksiyonlu gösterimlerin dansçılarıyla kurduğu ilişkide Ekman, dansçılara güvenerek ve onları sahnede özgür bırakarak bir hazırlık süreci yürütüyor.

Nederlands Dance Theatre (NDT2) için hazırlanan ve sanatçıya en çok tanınırlık getiren işi olan Cacti (2010) birçok eleştirmen tarafından “esprili bir prodüksiyon” olarak tanımlandı. Onu bir koreograf olarak uluslarası sahnede tanıtan Cacti, yalnızca koreografik yaklaşımıyla değil sahne tasarımına dair bakışıyla da etkili oldu. Ekman’ın sahnede aradığı ve salondaki seyircilerle paylaşmak istediği bu neşe, klasik baleden yola çıkarak ürettiği gösterilerde de karşımıza çıkıyor. Klasik bale temalarının bir tür “yansıması” olan The Tull ya da sahnede binlerce litre su kullanıp gerçek bir göl inşa ederek gerçekleştirdiği The Swan Lake yaratıcılığın hem sahne tasarımında hem de gelenekle kurduğu ilişkide nasıl devinebildiğini gösteriyor. The Swan Lake’de Ekman günümüz bale anlayışına parodik bir yaklaşım geliştirir ama bu parodi aynı zamanda onun baleye duyduğu hayranlıkla iç içe geçer. The Tull gösteriminde de komik olanın karakterler ya da onların ilişkileri olmadığını ifade eder Ekman. Klasik hareketleri hala korumaktadır ama onlara farklı bir açı vererek, kombinasyonların ve performansların tuhaflıklarının altını çizer. Böylece komik durumlar yaratır. Sadece dans etmenin ve bunun bir oyun olması gerektiğinin getirdiği inançla “eğlencenin” yeniden sahneye davet edilmesi gerektiğini gösteriyor gibidir.

Alexander Ekman, Dresden’da prömiyer yapan ve mizahın güçlü bir öge olarak kendini gösterdiği COW balesi ile oldukça önemli bir ödül olan Alman Faust Ödülü’nü kazandı. Sahneyi buğdaylarla kapladığı ve dansçıların
bu büyüleyici prodüksiyonda devindiği Yaz Gecesi Rüyası prodüksiyonu ise sanatçıya İsveç Medya Ödülü: Yılın Mucidi ödülünü getirdi. Alexander Ekman sahnede evren yaratabilecek birçok aracı (diyalog, kostüm, dekor, ışık vs.) kullanmaya karşı duyduğu istek ve yaratıcılığını tetikleyen mizah duygusunu sahiplenme biçimiyle dansın bugününe dair yenilikçi yaklaşımlar üretmeye devam edecek gibi görünüyor.

Ve bir fizik dramatisti: Yoann Bourgeois
Yoann Bourgeois ise neşenin ve hareketin çocuksu bir halini sahneye taşıyor. Uluslarası Sirk Sanatları Okulu’nda (CNAC) eğitim alan sanatçı dansla akrobasiyi birleştirip bu hareketi yerçekimine ve merkezkaç kuvvetine karşı bir dirence, ağırlıksız bir varoluşa dönüştürüyor. Sahne tasarımında kullandığı merdiven ve trambolinle süspansiyon etkisini dansla bütünleştiriyor. Bu noktada dengenin ve ağırlıksızlığın onun estetiğindeki anlamı görünür hale geliyor.

Wesley Morris’in NY Times’da“fizik dramatisti” olarak nitelendirdiği koreograf, Paris’te 18. yüzyılda inşa edilmiş bir anıt mezar olan Panthéon’da gerçekleştirdiği Tarihin Mekaniği (The History of the Mechanics) performansındaki döngüsel koreografisi ile tanınıyor. Dört dansçının (Yoann Bourgeois, Emilien Janneteau, Damien Droit ve Lucas Struna) yer aldığı ve dönen bir merdivenden kendilerini tramboline bıraktıkları ve yeniden merdivene, hatta neredeyse aynı basamağa yükseldikleri bu performans, isminin ve mekânın çağrışımıyla birlikte “Shakespeare’in büyük tarihsel merdivenini” akla getiriyor. Jan Kott’un teorileştirdiği merdiven fikri, tarihin sürekli düşen krallar ve yerlerine gelen “kahramanlarla” ilerlediğini, bunun sonsuz / döngüsel bir merdiven olduğunu vurguluyor. “Kral öldü, yaşasın Kral!”

Celui Qui Tombe (Düşen Kimse) performansı ise sahnede kablolara asılı bir platformda altı performansçının fiziksel sınır ve dayanıklılıklarının zorlandığı bir gösterimde Bourgeois’in uzay ve zaman algılarıyla kurduğu oyun alanına oyuncunun bedenini de dahil ediyor.

Sahne tasarımında kullandığı araçlarla evrendeki yerimize, tarihe, kültüre dair sözler üreten koreograf; düşmeyi, yeniden doğrulmayı, kendini akışa teslim etmeyi, sürüklenmeye karşı çıkmayı hepimizin belki de tanıdık olduğu hareketlerle sahneye taşıyor. Bir söyleşisinde zıplamak, düşmek, ayakta durmak gibi eylemlerle seyircinin daha rahat özdeşleştiğini, oysa geriye doğru takla atmanın daha sınırlı sayıda insanın yapabileceği bir şey olduğunu vurguluyor Bourgeois. İşlerinde “ayakta kalabilmek” gibi basit bir hareket motivasyonundan yola çıktığını belirtiyor.

Harry Styles’ın “As It Was” şarkısının klibi için hazırladığı koreografiyi gördüğümüzde dönen, yavaşlayan, hızlanan bir platformda ayakta kalabilmenin birçok şeyi ifade edebildiğini görüyoruz. Bourgeois, tıpkı Harry Styles’la olduğu gibi pek çok ünlü marka ve kişiyle işbirliği yaptı. 2022’de Louis Vuitton’un Men’s FVW şovunun yönetmeni ve koreografi olarak çalışan sanatçının tanınırlığı bu işbirlikleriyle uluslararası düzeyde oldukça arttı.

Clair de Lune eşliğinde kendisinin performe ettiği gösterisi, Bourgeois’in estetiğini en iyi ifade eden parçalardan biri olarak değerlendirilebilir. Gösteri, izleyiciye düşmenin ama hep devam etmenin bedensel ifadesini gösterirken biteceğini bildiğimiz bir yaşama eyleminde bulunduğumuzun çağrışımını yapıyor ve Beckett’in o meşhur sözünü düşündürüyor: “Dene, yenil, yine dene, yine yenil. Daha güzel yenil.”

Bu iki koreograf günümüzde dansın potansiyellerini keşfeden ve geliştiren iki isim. İkisinin de geleneksel yaklaşımlara karşın hareket etmenin halihazırda barındırdığı coşkuyu, neşeyi, merakı eşlikçi kabul ederek devam etmesi, ürettikleri işlere duyacağımız heyecanın uzun süreli olacağını düşündürüyor.