BARSELONA’DA GÖÇEBE BİENAL MANIFESTA 15

  • 146 SHARES

Her sene Avrupa’nın farklı bir şehrinde gerçeklesen gezici bienal Manifesta, tarihindeki en büyük edisyonuyla bu sene Barselona’da.

Yazı: Zeynep Nur Ayanoğlu

Metropoliten alana dâhil, çeperdeki on bir şehre yayılan bienal dağların, nehirlerin ve denizin çizdiği doğal sınırlar ötesinde bir kent tahayyülünün peşinde. Manifesta15’te inisiyatifler, sanatçı, şehir plancısı ve aktivistler yer alıyor; her biri Barselona’nın yatay bir sosyo-ekolojik geçiş için ihtiyaç duyabileceği yazılı ve görsel öneriler sunuyor.

NEDEN MERKEZİYETSİZ BİENAL?

Istanbul’dan çok iyi aşina olduğumuz üzere, şehrin tarihî merkezi kendi popülerliğinin altında ezilirken, insanlar artan yaşam giderleri yüzünden git gide çeperlere doğru sürülüyor. 2021 itibarıyla başlayan bienal öncesi araştırma sürecinde şehrin aşırı turistikleştiği, emlak spekülasyonuna maruz kaldığı ve mutenalaştırma politikalarıyla zedelendiği yönünde artan bir mutabakat tespit ediliyor. Barselona’da yaşayanların kültür sanat kurumlarına erişebilirliğinin gözle görülür ölçüde azalması merkeziyetsiz bir bienal yapma kararına yol açıyor. Gençlerle yapılan ön görüşmelerde bu durumun pandemiyle gelen akıl ve beden sağlığı sorunlarıyla katmerlendiği de veri olarak ekleniyor. Böylece Manifesta’nın çeperlerde getirebileceği topluluk hissine, dayanışmaya, umut ve ilhama duyulan ihtiyaç asıl belirleyici unsur olarak öne çıkıyor.

KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Manifesta15 ekososyal bir ilkeler setinin alternatif bir kültür ekosistemi yaratmayı destekleyebileceği inancına dayanıyor. Buna göre bienalde yer alan tüm aktörler metropoliten alana yayılan şehir sakinleri ile birlikte ve onlar lehine kültürel sermayeyi sosyal adalete dayalı ve yeşil bir gündemle eşleştirmenin yollarını arıyor. Insan odaklı “birlikte” ve “lehine” boyutlarının doğal kaynaklarla kurulan ilişkileri nasıl şekillendirdiği de ayrı bir araştırma başlığı. Dolayısıyla Manifesta’nın bu edisyonunda hemen her yaştan şehir sakininin gerek tartışmalara katılarak gerek performanslarla gerekse doğrudan üreterek bir parçası olduğu işlerle karşılaşıyoruz. Istanbul için de son derece anlamlı gelebilecek bir metodolojiye dayanan, toplum sözleşmesini yeniden düşünmenin bir yolu olarak girişilmiş bir bienal bu.

ÜÇ BÜYÜK KÜME
Manifesta15’in ana merkezi üç ayrı arşiv sergisinin yer aldığı eski yayınevi Gustavo Gili. “Çatışmaları Dengelemek”, “Şifa ve Bakım” ve “Gelecekleri Hayal Etmek” başlıklı üç büyük kümede ise bienalin sürdüğü on iki hafta boyunca sırayla odağa alınacak farklı sergiler var. Doksandan fazla katılımcının çok disiplinli işlerini gösterdiği mekânlar özellikle insan ötesi perspektifler etrafında doğal kaynaklarla konuşuyor. Her bir mekânın tasarımı ise ekososyal anlayış gereği kendi içinde yerel gerçekliklerle şekillenmiş.

TÜRKİYE’DEN GÖZDE İLKİN

Bienalin “Çatışmaları Dengelemek” kümesinin ana mekânı olan Casa Gomis’te Türkiye’den Gözde Ilkin’in bir tekstil işini görüyoruz. Sanatçı aile yadigarı masa örtülerini kullanarak kültürel hafıza, sosyal kimlik ve geleneksel aile rolleri gibi verili kavramları keşfe çıkıyor ve bir arada yaşamanın alternatif yollarını araştırıyor.

ÖNE ÇIKAN MEKÂNLAR: CASA GOMIS
Casa Gomis 1949-1963 yılları arasında inşa edilen modernist bir villa. Llobregat delta havzasındaki La Ricarda lagünü ile El-Prat Havalimanı’nın yanı başında. Sürdürülebilirlik ve modernizasyon üzerine sanatsal bakışlara ev sahipliği yapan bu özel mülk tek başına konumu itibarıyla müthiş bir çatışma barındırıyor. Franco rejimi karşıtı politik işleriyle bilinen, diktatörlük esnasında Casa Gomis’e sık sık gelip giden Antoni Tapies’in yanı sıra, Ganalı- Ingiliz sanatçı Larry Achiampong’un bahçeye yerleştirdiği kara tahtalar ilgi çekiyor. Kimlik, miras ve sömürgecilik sonrası temalarını araştıran sanatçı “Sömürgecilik planı asla yok olmadı, sadece şekil değiştirdi” ve “Sene 2024, cesetlerimiz hâlâ denize atılıyor” gibi cümlelerin alt alta tekrar tekrar yazıldığı kara tahtalarla heybetli ağaçların konforlu gölgeler sunduğu yemyeşil bahçenin muhteşem güzelliğine şerh düşüyor. Daha da ilginci, Achiampong böyle on cümle belirleyip bunları özellikle güçlü ve nüfuzlu kişilere yazdırmış.

ÖNE ÇIKAN MEKÂNLAR: MONASTERY OF SANT CUGAT

Dokuzuncu yüzyılda kurulup bugünkü hâlini on dördüncü yüzyılda alan Sant Cugat Manastırı tüm spiritüel geçmişi gereği, bienalin “Şifa ve Bakım” teması uyarınca kendimize, birbirimize ve çevremize bakım emeği sağlamanın önemini vurgulayan işlerle müthiş bir uyum içinde. Bunlar arasında Marie- Claire Messouma Manlanbien’in sömürgecilik tarafından bastırılan feminenlik, annelik ve şifa pratiklerini araştırdığı su tapınağı, Martin Toloku’nun atalarının ruhunu geri çağırdığı ahşap heykelleri, radio SLUMBER isimli, Asya diasporasına mensup kadın sanatçı, aktivist ve akademisyen kolektifinin ses ve kumaşlardan oluşan çevreleyici tapınağı, Bea Bonafini’nin bir tür trans hâlindeymişçesine yan yatan tanrıçavari heykellerinden oluşan yerleştirmesi ve Nguni halkından Buhlebezwe Siwani’nin ruhani bir önder ve şifacı kimliğiyle ürettiği örgü işi öne çıkıyor.

ÖNE ÇIKAN MEKÂNLAR: THE THREE CHIMNEYS
1970’lerde inşa edilen ve şehir siluetine pitoresk bir katkı sunan The Three Chimneys 2011’de kapanıncaya dek şehre elektrik sağlayan bir termik santral. “Işçilerin Sagrada Familia’sı” olarak da bilinen fabrika “Gelecekleri Hayal Etmek” temasının ana mekânı ve bienalin rakipsiz yıldızı. Manifesta15 vesilesiyle ilk kez halka açılan endüstriyel alan vaktiyle bu üç bacadan tüten kirlilik yüzünden kötü bilinse de halk 2000’lerin sonlarına doğru buranın yıkımına izin vermemiş ve bu ikonik görüntünün korunmasını sağlamış. Işler arasında Asad Raza’nın ekosistemleri ve toplulukları birbirine bağlayan ritmik beyaz bayrak yerleştirmesi, Claire Fontaine ikilisinin “When women strike the world stops” (Kadınlar
grev yaptığında dünya durur) neon yerleştirmesi, Kiluanji Kia Henda’nın insan eliyle gelen yıkıma karşı koyan, dirençlilik gösterip muhalefet eden ağaçları, Niels Albers’in Barselona’dan her sene geçen iki yüz beş farklı kuş türüne saygı duruşu olarak tasarladığı, bahçede yer alan ahşap heykeli ve Nnena Kalu’nun espas, ölçek ve maddeselliği sorguladığı meditatif ve introspektif yerleştirmesi öne çıkıyor.

NASIL GEZİLİR?
Ayağımızda muhakkak rahat bir ayakkabıyla ve Barselona olmayan bir yerlerdeyim, hissiyle gezilir. Radikal biçimde merkeziyetsizleştirilmiş bu bienalin yarısını bile görmek için en az iki gün ayırmalısınız. Araba kiralayabilir veya Gustavo Gili’den hareket eden açık turlara katılarak gün gün belirli kümeleri gezebilirsiniz. Ayrıca kamusal programda yer alan atölyelere, performanslara, film gösterimlerine, panellere, aile günlerine, canlı gösterilere ve yerel kuruluşlarla yapılan başka birçok iş birliği projesine de katılabilirsiniz.