YAZ ESİNTİSİ ALTINDA LÜKS BİR YOLCULUK

  • 15 SHARES

Gelişen teknoloji sayesinde daha verimli hale gelen, verimli hale geldikçe küçülen ve mikro otomobiller.

 “Yaz lüksün mevsimidir” cümlesi her ne kadar kesin bir doğru olmasa da zihnimizde buna kanıt olarak sunabileceğimiz pek çok düşüncenin canlandığına da şüphe yok. Bu dönemde sıradanın dışına çıkan bir takım alışkanlıkların sebebi kuvvetle muhtemel tepedeki güneşin zihnimize verdiği mutluluk. Hal böyle olunca günlük hayatımızın temel parçalarından biri olan otomobillerin de standardın dışına çıkması ve pozitif enerjisi ile gelen yaz ruhuna bürünmesi son derece normal. Bunu yıllar önce ilk düşünlerin İtalyanlar olması ve “Fiat 500 Jolly” ile gerçekleştirmesi de yine olağan bir durum.

Fiat 500 Nuova’nın açık hava versiyonu olarak tasarlanan ve ilk olarak 1957 yılında üretilen otomobil Cenevre Otomobil Fuarı’nda tanıtıldıktan kısa bir süre sonra popüler hale gelmişti. Farklı tasarımıyla dikkat çeken otomobil, İtalyan tasarımı ve şıklığı ile göz önündeydi ve birçok ünlü tarafından ilgi odağı halini almıştı.

Açık havada gezinmek için özel olarak tasarlanan ve yaz gezileri için mükemmel bir aksesuar olarak tanımlanabilecek Fiat 500 Jolly, “Spiaggina” (şezlong) temasıyla, kıyı boyunca veya kırsalda keşfetmek için ideal bir otomobil olarak tasarlanmış ve 1969 yılına kadar sınırlı sayıda üretilecek şekilde tanıtılmıştı. Zarif ve kompakt tasarımı, imzası niteliğindeki beyaz rengiyle tamamlanarak yaz kaçamağına göz alıcı bir katkı sağlamakla birlikte, İtalyan zarafetini tam anlamıyla yansıtan benzersiz bir otomobili ortaya çıkarıyordu.

Otomobilin ilk bakışta dikkat çeken dış tasarımında, kapılarda özel olarak tasarlanmış bambu kulplar, tam anlamıyla benzersiz bir hayal gücünün yansımasıydı. Yine aynı derecede etkileyici olan iç mekânda koltuklar birinci sınıf deri ile döşenmiş, özel malzemelerle birleşen el işçiliği, işlevsel ve şık bir mekânı da ortaya çıkarmıştı.

Her ne kadar Fiat 500 Jolly’de ilk başta dış görünüşe odaklanıyor olsak da bu küçük otomobil hafif yapısıyla birlikte keyifli bir sürüşü de beraberinde getiriyordu. Kaputunun altındaki 479 cc’lik bir motoru, yalnızca 22 beygir güç üretebilen bir motordu ve otomobili 0’dan saatte 100 km hıza 30 saniyede ulaştırabiliyordu. Bununla birlikte saatte105 km hıza kadar azami hıza ulaşabilen otomobilin yalnızca 400 kg. ağırlığındaydı ve bu ‘hafifliği’ ona yüksek bir manevra kabiliyeti ile birlikte dar şehir sokaklarına ya da virajlı dağ yollarında seyahat etmek için fazlasıyla tatmin edici bir sürüş dinamiği sağlıyordu.

1950’ler ve 60’lı yıllarda hızla popüler olan otomobil, seçkinler arasında favori olmuştu. Elbette ki bunun asıl sebebi, Fiat 500 Jolly’nin bir otomobilden çok bir sanat eserine benzetilmesiydi. Yetenekli İtalyan zanaatkârlar tarafından üretilen bu otomobil, sunduğu minimal lüks ile farklılaşmayı başarmıştı. Öyle ki, Francis Ford Coppola, Yves Saint Laurent, Aristotle Onassis, Brigitte Bardot ve Sophia Loren de dâhil olmak üzere birçok ünlünün Fiat 500 Jolly kullanırken görülmesi bunun en net örnekleriydi.

Fiat 500 Jolly’nin bu kadar özel olmasının bir nedeni de nadir olması. 400 adetlik sınırlı sayıdaki üretimi, onu koleksiyoncular arasında da çok aranan bir otomobil haline getirdi. Özellikle son yıllarda Fiat 500 Jolly, klasik otomobilleri ve lüks tasarımı takdir edenler için bir statü sembolü haline geldi ve özel garajların aranılan parçalarından biri halini aldı.

Ancak aslında Fiat 500 Jolly, bir statü sembolünden çok daha fazlasını ifade ediyor. Otomobil, üretildiği döneme
ait ihtişamı ve tasarımda zarafetin hâkimiyetinin de bir sembolü. Böylelikle Bir Fiat 500 Jolly’ye sahip olmak, aslında bir anlamda tarihin bir parçasına sahip olmak gibi değerlendirilebilir ve otomobillerin sadece bir ulaşım yönteminden daha fazlası olduğu bir zaman ile kusursuz bir bağ olarak nitelendirilebilir.

Sonuç olarak, Fiat 500 Jolly, yıllar boyunca birçok kişinin kalbini fethetmiş lüks ve şık bir otomobil olarak tarihte özel bir konuma erişmeyi başardı. Otomobilin eşsiz tasarımı, nadirliği ve ünlülerle ve geçmiş bir dönemle olan ilişkisi, onu ‘sıradan’ların arasından çıkararak, bir lüks otomobil koleksiyoncusu için olmazsa olmaz kılıyor. Ancak hiç şüphesiz bu özel otomobilin alamet-i farikasının hissedileceği yer kapalı garajlardan çok, açık havalar ve buralarda yaşatacağı benzersiz sürüş zevki.

Güneşle dolu günlerin yolda olma dürtüsünü canlandırdığı bu dönemlerde, açık yollara çıkıp unutulmaz maceralar yaşamanın bir başka klasik alternatifi de hafızalarda yer eden eşsiz tasarımı, benzersiz karakteri ve olağanüstü kullanışlılığıyla nesiller boyunca kalpleri fetheden Citroën 2CV.

İlk kez yollara 1948 yılında çıkan, tam 42 yıl boyunca (1948-1990) üretimde kalan Citroën 2CV (deux-chevaux ya da “iki at”), aslında sağlam, kullanışlı ve ekonomik bir araç olarak tasarlanmıştı. Ona bugün sahip olduğu ününü getiren şey ise oldukça belirli gereksinimlerle tasarlanmış olmasıydı. 2CV, dört kişiyi gerektiğinde çamurlu ve taşlı yollarda yaklaşık saatte 50 km hızla ve ekstra 50 kg. yük taşıyabilmeliydi. Bu basit ama önemli hedefi başaran otomobil, hızla Fransız otomotiv tarihinde bir ikon haline geldi. Sahip olduğu yuvarlak hatları, uçuk farlara ve dalgalı çelik dış gövdeye sahip çekici görünümüyle, tüm zamanların en sevilen ve tanınan otomobillerinden biri oldu.

Tıpkı Fiat 500 gibi özgün bir karaktere sahip olan otomobil, ilk kez sergilendiği 7 Ekim 1948’de Paris’te tanıtıldığında, daha ilk andan itibaren büyük bir ilgi görmüş, üretimde kaldığı yıllar boyunca da fanatik bir hayran kitlesini peşinde sürüklemiş ve kült statüsüne oturmuştu. Bugün klasik statüsünde değerlendirilebilecek otomobil, sürücüleri ve yolcuları büyüleyen işlevsel yapısının getirdiği otantik retro deneyimi ile hala merak uyandırıcı bir konumda yer alıyor.

Geçmişin bu basit ama işlevsel otomobilleri, çizdikleri yol ve açtıkları ufuk ile otomobil dünyasında yön vermeye günümüzde de devam ediyorlar. Öyle ki bu durum şehirler için sürdürülebilir hareketlilik geliştirme
ve sürüşün herkes için kolay ve sürdürülebilir bir deneyim haline getirme misyonunu sürdürüyor. Bunun son yıllardaki temsilcileri ise sokaklarda sıkça görmeye başladığımız Citroën Ami ve gelecekte göreceğimiz Fiat Topolino.

Sürdürülebilir ve çevreci bir anlayış doğrultusunda hızlı adımlar atan otomobil sektöründe, hayatımıza giren elektrikli otomobillerin arasından basitliği ve işlevselliği ile öne çıkan ve atası ikonik Citroën 2CV’nin modern bir yorumunu temsil eden kompakt ve eğlenceli bir elektrikli otomobil olarak dikkatleri üzerinde toplamayı başaran Citroën Ami, 2020 yılında tanıtıldı. Sempati duygusunu tetikleyen bir çizgiye sahip, belirgin kutu şekilli tasarımıyla dikkat çeken otomobil gerçek bir şehir içi otomobili. Teknik açıdan farklı olan simetrik kapıları, “suicide doors” mantığındaki açılış mekanizması sayesinde minimalist iç mekânına kolay bir erişime imkân sağlıyor. İç mekândaki iki kişilik hoş ve işlevsel bir kabin, yaklaşık 75 kilometre menzile sahip olan ve maksimum 45 km/ sa hıza ulaşabilen Ami’nin kısa şehir içi yolculuklar için ideal bir otomobil haline gelmesini sağlıyor. Nihayetinde retro, çekicilik, ekonomik fiyat ve çevre dostu özellikleri ile şehir sakinlerinin pratik ve çevreye duyarlı bir mobilite çözümü arayışında tartışmasız şekilde öne çıkmayı da böylelikle başarıyor.

Modelin kendi içinde de farklılaşarak endüstriyel tasarım ve moda gibi sektör dışı disiplinlerden ilham alarak geliştirdiği özel versiyon Citroën My Ami Buggy ise yazının konusu olan yaz konsepti ile kesişen ve üzerinde durulması gereken en yeni versiyon. Citroën’in genlerinden gelen özgün ve güçlü duruşunu tam anlamıyla yansıtmayı başaran My Ami Buggy, 2CV’ye atıfta bulunan, çıkarılabilir yumuşak gri kumaş tavanı, kapıların yerini alan menteşeli metal borularıyla doğanın ruhuyla uyum içinde bir duruş sergiliyor. Yüzde 100 elektrikli otomobil, 45 km/saat’e kadar hızlara ulaşabilirken, tek bir şarj ile 75 kilometreye kadar elektrikli sürüş ve 3 saatte yüzde 100 şarj imkânını da sunabiliyor. Tüm bunlarla işlevselliği ve teknolojiyi özgür tarzıyla harmanlayan My Ami Buggy, kullanıcılarını dışarı çıkarıp açık havanın keyfini çıkarmaya davet ediyor.

Kentsel sürdürülebilir mobiliteye önemli ölçüde katkıda bulunurken aynı zamanda keyifli bir tam elektrifikasyon sunan bir diğer “yaz modeli”, Citroën Ami’nin konseptini paylaşan ve yakında yollara çıkmaya hazırlanan Fiat 500 Topolino Dolcevita oldu. Adını ve kendisini farklılaştıran tasarım detaylarını orijinal 500’den alan küçük boyutlu otomobil, aileyi büyütmesi ve kentsel sürdürülebilir hareketlilikte liderliği pekiştirmesi nedeniyle ‘Topolino’ olarak adlandırılmış. Tarzı tıpkı selefininki gibi güçlü bir sadelikten beslenen ve ‘less is more’ felsefesinin etrafında dönen otomobilin güzelliğinin en iyi arkadaşı tek kelimeyle “sadelik” olarak tanımlanabilir.

Sahip olduğu elektrik teknolojisi sayesinde yollarda sessiz bir sürüş imkânı sağlayan otomobil, teknik veriler konusunda alt yapısını paylaştığı Ami ile benzer özelliklerle karşımıza çıkıyor. Topolino’nun sunduğu sürüş imkânları, İtalyan yazını güzel İtalyan kıyı şeridinin dar yollarında yaşamak için son derece yeterli. Hatta ve hatta hem küçük sahil köyleri hem de kaotik şehir merkezi için ideal olduğu kesinlikle söylenebilir.

“Dolcevita” adıyla gelen yazlık versiyon otomobilin Riviera karakterini daha da fazla vurgulamak için hassas kişiselleştirme dokunuşlarının da yapabilme imkanını beraberinde getiriyor. Yazlık çadır gibi çizgili çıkartmalar eklenebilen tavan, arka taşıyıcı, içinde kişisel eşyaların saklanabileceği zarif ve işlevsel bir kumaş çanta, klasik krom efektli aynalar ve onları farklılaştıran, Dolcevita kapı eşikleri ve kapı ipi otomobilin İtalyan stilinin tamamlayıcı dokunuşları. Eğer bunlar yeterli değilse sahilde geçirilen zamanlar için tasarlanmış havalı özel bir duş eklemek dahi mümkün.

Kentsel sürdürülebilir mobilitede tercih edilir olabilme ve tüketiciye basit ancak işlevsel çözümler sünme güdüsü, geçmişte olduğu gibi bugün de son derece önemli bir konumda. Gelişen teknoloji sayesinde daha verimli hale gelen, verimli hale geldikçe küçülen ve mikro otomobiller ile birlikte daha da çekici olan elektrik teknolojisine sahip otomobiller, geleceğin bireysel mobilite dünyasında son derece önemli bir yere sahip. Boyutların getirdiği “şirinliği” kullanarak bunu farklı bir noktaya taşımayı başaran Citroën ve Fiat gibi öncüler de özellikle yaz aylarında sürüş sırasında temiz havanın tadını çıkarmayı sağlayacak özel versiyonları sayesinde hem vintage bir dokunuş ekleyerek benzersiz deneyimler vadediyor hem de şehir otomobilleri sınıfında geçmişin mirasını geleceğe başarılı bir şekilde taşımaya devam ediyor.