SUIT YOURSELF
‘Businesswear’ Wall Street ile birlikte milenyumda hızlıca düşüşe geçiyor.
Karşısındaki ‘streetwear’ özellikle son yıllarda moda sektörünün kontrol paneli haline gelmiş durumda. Neredeyse her ay -hatta bazı dönemler her hafta bile olabiliyor- bir streetwear markasıyla lüks bir maison’un yeni bir iş birliği haberini duyuyoruz. Kumaşın kalitesinden, dikiminden veya formundan ziyade logoların çarpıştığı bir düzlemdeyiz. Bunun en yakın örneklerinden biri, Supreme ve Louis Vuitton idi. Anlayacağınız lüks, bildiğiniz lüks değil artık. Bambaşka bir kavrama dönüşüyor. Elbette halen başarılı bir fitting her takım elbisede dikkat çekiyor ve bazı lokasyonlardaki hükümdarlığını da sürdürüyor. Ama maalesef genel olarak baktığımızda William Burroughs’un esin verdiği bir tekstil çağında değiliz; herhangi bir davette çok şık giyindiğini gördüğümüz birinin haberi belki iki saniye takdir görüyorken, Pharrell Williams’ın giydiği Chanel ceketler (kadınlar için yapılmış bir tasarım olduğunun altını çizelim) hafızada yer edebilmeyi başarıyor. Markalar da bunun farkında olacaklar ki, finansal açıdan mecburen yön değiştirmek zorunda hissediyorlar. İsminin uluslararası repütasyonu yaygın olan birçok markanın tasarımı bu rüzgardan etkileniyor. Fakat bize soracak olursanız bu konuda halen daha naif düşünenlerden biri, Hugo Boss. Önümüzdeki yaz satışa çıkacak 2018 koleksiyonunu sunduğu defile de bunun bir ispatı gibiydi. Yıllardır çoğunlukla herkesin aklında kurumsal bir algı yarattığı doğru. Fakat defilelerinde bu tavrına ‘casualwear’ tarafını öyle yumuşak bir manevrayla ekliyor ki, yavaş yavaş aklımızdaki kimliğini farklılaştırıyor. Kısacası kendi iş adamını, hem kendince gençleştiriyor, hem de kendi sokağında yürütüyor.