PRE-PRO-POST BİYOTİK
Tüketildiklerinde sağlık üzerinde olumlu etki yaptıkları düşünülen mikro organizmalardan probiyotikler ikinci beynin kontrolünde.
Bağırssağın ikinci beyin olduğuna dair bilgi akışı kuvvetlendiğinden bu yana, bu organa ait algımız tümüyle değişmeye başladı. Bağırsak, bağımsız sinir sistemine sahip ikinci organımız. Seratonin üretimi başta olmak üzere, üzerinde çok durulmayan görevlerinin ne kadar hayati olduğu ise artık kanıksanmış durumda. Vücudumuz, mutluluk hormonu olarak bilinen seratoninin %95’ini bağırsakta üretiyor. Bağırsaktaki bakteriler öğrenme, hafıza ve ruh hali üzerinde bu yüzden etkili. Çok basit bir oran hesabı yapıldığında mutluluğun başta değil bağırsakta olduğu çıkarımı yapılabiliyor. Aynı şekilde, bağışıklık sisteminin %80’i de bağırsağın sağlıklı çalışıp çalışmadığı ile doğru orantılı. Covid’in bu araştırmaları hızlandırmadaki rolü büyük. Wall Street Journal’da yayınlanan “What Is Your Microbiome? A Wellness Trend Taking On Post-Covid Urgency” makalesine göre, Hong Kong’daki Chinese University’nin geçtiğimiz sene yapmış olduğu bir araştırma, daha çok sindirimdeki görevi ile öne çıkan bağırsağın bağışıklık sistemini doğrudan etkilediğini ve organdaki dengesizliğin Covid vakalarının ağır geçmesi ile ilişkili olduğunu kanıtladı.
Prebiyotik ve probiyotiklerin dermatolojik faydaları da gündemde. Cildin kendine ait bir florasının oluşu ve bunun bağırsakla doğrudan bağlantılı olması, bu iki organ arasındaki ilişkinin sorgulanmasına ve kozmetik sektörü için yeni bir gündem oluşmasına sebep oldu. Bağırsak florasının bozuk olduğu durumlarda bunun yansıması ciltten kolaylıkla okunabiliyor. Ciltte inflamasyona yol açarak egzama, akne ve erken yaşlanma gibi birçok hastalığa dönüşebiliyor. Cilt florasını besleyecek probiyotikli içeriklere sahip kozmetik ürünlerinin bir anda rafları doldurması boşuna değil. La Mer bu trendi daha hiç kimsenin genel olarak probiyotik bilgisi yokken başlatan markalardan. 1965 yılında tanıtılan ve hala unisex favorilerden olan Créme de La Mer, formülasyonunda fermente deniz yosunu barındırarak bu trende öncülük etmişti. Tıpkı La Mer gibi “less is more” felsefesiyle hareket etmeyi öneren yeni nesil probiyotikli kozmetik markaları aslında çok basit bir yaklaşımla ilerliyor. Cilt fazla müdahaleden hoşlanmıyor. Yüzeydeki mikrobiyomun var olan dengesini korumak adına, minimum temizleme ve nemlendirme yapmak yeterli. Ne zamanki bu denge 10 adımlık cilt bakım rutinleri ile bozuluyor, o zaman yine en başa dönmek adına probiyotik ve prebiyotik takviyeli ürünlere yönelmek gerekiyor. Ama her şeyde olduğu gibi sorunu içten çözmeye başlamak en mantıklısı.
Yazının devamı merak edenleri QP No:44’ün 27. sayfasına davet ediyoruz. Dergiye abone olmak için ise info@qpmagtr.com’a e-mail atarak iletişime geçebilirsiniz.