NEW YORK
Kişisel ve profesyonel gelişim laboratuvarı olarak New Yorklu olma kavramının Burak Çakmak perspektifinden incelemesi.
Eskiden New York’un insanı aynı anda hem kendisine çeken hem de korkutan nesi olduğunu merak ederdim. Birçok ülkede yaşadım, sürekli seyahat ettim ve yeni kültürlerle tanıştım. Yetişkinlik yıllarımı Kaliforniya San Francisco’da, Hollanda’da Amsterdam’da, Birleşik Krallık’ta Londra’da ve güney Fransa’da Côte d’Azur bölgesinde yaşayarak geçirdim. Bunların hepsi de insanların yaşamaktan büyük keyif aldığı şehirler olmakla birlikte sakinlerine ve orada zaman geçiren ziyaretçilerine özel birtakım şeyler vadediyor.
Uzun yıllar boyunca diğer birçok farklı şehirde yaşamış biri olarak, “Hiç Uyumayan Şehir” hakkındaki fikirlerimi esasen ara sıra bu şehre yaptığım iş gezilerine, gazetelerde onun hakkında okuduğum haberlere ve çocukluktan beri filmlerde gördüklerime borçluydum. Açık ve netti… Dünyada onun benzeri bir şehir daha yoktu. Bir fotoğrafını görür görmez fotoğrafın New York City’ye ait olduğunu bilirsiniz; bu şehir, dünyanın hangi köşesinde olduğunu bulmakta zorlanacağız o basmakalıp şehirlerden biri değil.
Bir insanın bu şehre dair ilk fikri, kesinlikle söyleyebilirim ki, Hudson Nehri’nin Atlantik Okyanusu’yla buluştuğu konumuyla şekilleniyor. Özellikle uçakla yaklaşırken şehrin yerleşimini gayet iyi anlayabiliyorsunuz. Şehrin tam kalbinde; dünyanın ticaret, finans ve kültür merkezi olan kalabalık nüfuslu Manhattan ilçesi bulunuyor. Empire State Building, One World Trade Center adlı yeni gökdelen, Central Park ve neon ışıklarla aydınlanan Times Meydanı gibi şehrin ikonik yerlerini hemen görebiliyorsunuz.
Yazının devamını QP No:31’de 74. sayfadan itibaren okuyabilirsiniz.