BİR DİRENİŞ ARACI OLARAK ARŞİV
Anlık tüketim döngüsüne karşı görseller, hikayeler ve tarihsel bağlam bir direnç oluşturabilir mi?
Sosyal medyanın hızla tüketilen dünyasında, her şey ama her şey birer ürün haline geliyor. Insanlar, anılar, hatta anların kendisi bile. Instagram’da gördüğümüz bir kare, birkaç saniye içinde akışta kayboluyor ve yerini yenisine bırakıyor. Bu hız çağında, geçmişin anlamını korumak neredeyse bir direniş eylemine dönüşüyor. Peki, bu anlık tüketim döngüsüne karşı görseller, hikâyeler ve tarihsel bağlam bir direnç oluşturabilir mi?
Avustralyalı arşivci ve marka stratejisti Saul Pereira’nın @gettyimagesfanclub hesabı, bu soruya bir yanıt sunuyor. Pereira’nın arşiv projesi, tüketim kültürünün yarattığı geçicilik hissine meydan okuyarak, geçmişte unutulmuş ya da gözden kaçmış hikâyeleri yeniden gündeme getiriyor. Örneğin, Getty Images arşivlerinden seçilen bir kare, moda dünyasının arka planındaki sosyal bağlamı sorgulamamıza olanak tanıyor. Chanel defilesinde üçüncü sırada oturan Raf Simons ya da Marc Jacobs’un 2007 defilesinde ikinci sırada yer alan Erika Jayne ve J. Alexander gibi detaylar, yalnızca bir görselin estetik değerini değil, aynı zamanda o dönemin kültürel dinamiklerini de yeniden keşfetmemizi sağlıyor. Ancak burada bir başka soru ortaya çıkıyor: Arşiv, tüketim kültürüne gerçekten direnebilir mi? Yoksa bu direniş, sosyal medyanın pazarlama dinamikleri içinde eriyip gitmeye mahkûm mu?
Bugün Instagram’da yayılan nostaljik görseller, tüketim kültürünün yarattığı döngüye meydan okur gibi görünse de, bu platformlar da hızla bir “beğeni” nesnesine dönüşüyor. Insanlar geçmişin görsellerinde hem güvenli hem de tanıdık bir alan bulurken, nostalji psikolojik bir bağlam içinde “satış” stratejisine dönüşüyor. Tıpkı “sex sells” (seks satar) anlayışında olduğu gibi, nostalji de kullanıcıları kendine çeken güçlü bir araç haline geliyor. Bu durumda, arşiv görselleri, tüketim kültürünün bir parçası olmadan özgünlüğünü ve “özgürlüğünü” nasıl koruyabilir?
Arşivin bu bağlamda bir “direnç alanı” sunduğunu söylemek mümkün. Evet, sosyal medya arşivi kolayca bir ürün haline getirebilir; ancak bu süreç, arşivin geçmişi bugüne taşıma ve
ona yeni anlamlar yükleme gücünü azaltmıyor. Pereira’nın yaptığı iş, hem bir hatırlatma hem de bir itiraz niteliği taşıyor. Popüler kültürün unutmaya meyilli dinamiklerine karşı, arşiv bir hafıza deposu ve bir düşünce aracı olarak önem kazanıyor.
Beğendiğimiz bir fotoğraf, yalnızca estetik bir nesne mi, yoksa geçmişin bir yankısı mı? Pereira’nın projesi, geçmişin bu “anlam kırıntılarını” toplarken, aynı zamanda görsel hafızanın bugünkü tüketim sarmalına nasıl çekildiğini gözler önüne seriyor. Sosyal medya bireyleri ve içerikleri sürekli bir “ürünleştirme” sürecine sokarken, diğer yandan arşiv bu tüketim sarmalına karşı bir sığınak sunuyor. Ancak şu da bir gerçek: Bu sığınak ne kadar genişlerse, tüketim kültürü onu o kadar kolay içine çekebilir. Peki bu durumda, arşivlerimiz geleceğe ne aktaracak? Hafıza mı, yoksa yalnızca yeniden pazarlanabilir estetik görüntüler mi?
Aynı zamanda Pereira’nın Instagram hesabı, arşivin bir “hafıza deposu” olmanın ötesinde bir düşünce aracı da olabileceğini gösteriyor. Bu ve benzer projeler, geçmişi yalnızca romantize etmekle kalmıyor; aynı zamanda bugünü anlamlandırmak için çerçeveler de sunuyor. Ancak bu çerçevelerin tüketim kültürüne karşı sürdürülebilir bir direniş oluşturup oluşturamayacağı hâlâ bir soru işareti. Popüler kültürün hızla tüketen dinamikleri ile arşivin yavaş ve derinlikli yapısı arasındaki gerilim, belki de bugün yaratıcı dünyadaki en önemli tartışmalardan biri.
Peki sizce arşiv, tüketim kültürüne direnebilir mi? Yoksa bu kültür tarafından yutulmaya mahkûm mu?
Ve eğer geçmişi bugün tüketimden bağımsız bir şekilde yaşatabilirsek, bu bize geleceği daha farklı bir şekilde inşa etme imkânı sunar mı? Bu soruların cevaplarını bulmak, sadece arşivcilik değil, aynı zamanda kültürel kimlik ve hafıza üzerine de yeniden düşünmeyi gerektiriyor.