ANLATAN KAFALAR

  • 85 SHARES

Yaşadığımız yüzyılın en büyük entelektüellerinden biri olan Noam Chomsky pozitif düşünmeyi daha iyi bir gelecek inşa etmenin yöntemi olarak tanımlarken, “konuşan kafalar” konusuna iyimser bir yerden bakmayı deneyebilir mıyız?

Yazı EDİZ AKATLAR

Tüm isimlerinin ve tüm diğer özelliklerinin yanında bir de “erişim” çağında yaşıyoruz. Bundan iki üç on yıl önce erişilemez olan pek çok şey artık avucumuzun içinde duruyor. Bir yeri, bir toplumu, bir kültürü ve alt-kültürü deneyimlemenin artık çok farklı bir yöntemi var: Takip etmek. Herkesin her şeye olan sonsuz merakı beslendikçe de avucumuzun içinde ön gösterimini yapan deneyimi fiziksele taşımak da giderek kolaylaşıyor. Bundan yirmi yıl önce Istanbul’daki evinizde otururken canınızın Thai çektiğini düşünün. Yemeğin, modanın, sanatın hatta endüstrinin bile füzyonlaşmasındaki sebep bu erişilebilirlik olabilir mi?

Güzel bir soru, ama bu yazının konusu değil. O nedenle şimdilik sadece soru olarak kalsın. Erişilebilirliğin tüm güzelliklerinin yanında bir de zorlayıcı bir durum var: Çok fazla anlatıya maruz kalıyoruz. Herkesin deneyimini, düşüncelerini, yaşantısını ve hislerini anlattığı bir çağda yaşıyoruz ve en çok da bu anlatıya erişimimiz var.

Herkesin anlatma yetkinliğine sahip olması bir yanda, herkesin anlatma hakkına sahip olması öte yanda; üstelik herkesin anlatma fırsatına sahip olması da cabası. Her yanımız anlatıyla çevrildi. Herkesin bir televizyon kanalı var; hatta herkes bir televizyon kanalı. Ve hatta herkes aynı programı mı yapıyor?

UZMANLIK ÇAĞI

Erişilebilirlik çağı her şeyi olduğundan daha hızlı kılıyor. Bir konuda uzman olmanın tanımı bile yeniden yapılıyor. Uzmanlık yıllarca süren araştırmalar ve bitmek bilmez tezlerden sertifika programlarına evriliyor. Üstelik uzmanlığın kanıtı, hakem heyetlerinden çıkıp dinleyici topluluklarına sıçrıyor. Anlatıyı özgürleştiren tüm bu erişim, onu akıl almaz bir biçimde sıradanlaştırıyor. Kim daha çok seyirciye konuşursa onun daha uzman olduğu bir retorik çağının yeniden yükselişini mi yaşıyoruz yoksa?

Yeniden yükselişi diyorum çünkü milattan önce 200lü yılların sonları ve 300lü yılların başlarında Antik Yunan coğrafyası benzer bir süreci deneyimliyordu. Şehir toplanma alanları olan agoralar bir şeylerin uzmanlarıyla dolup taşıyor, herkes bir şeylerin eğitimini veriyor, kendisine öğrenci toplamaya çalışıyordu. Öğrenciler, o zamanların takipçileriydi. Bir uzmanın da ne kadar çok öğrencisi olursa o ölçüde bilge sayılıyordu.

PEKİ NEDEN RETORİK ÇAĞI YENİDEN YÜKSELİYOR?
Çünkü Ikinci Dünya Savaşı’ndan sorumlu tutulan ‘bilimsel bilginin yükselişi’ Avrupa entelektüelleri arasında yerini büyüye ve anlatıya, şiirsel olana, gerçek-üstücülüğe bırakırken, toplumun geri kalanı için bilginin koltuğuna, 21.yüzyılın gelişiyle birlikte “veri” oturdu. Veri de, akan ve aktarılan, aktarılmak için hiçbir uzmanlığa ihtiyaç duyulmayan bir zihinsel nesne olarak “anlatan kafalar” çağını başlattı.

Anlatan kafa, neyi anlattığını bilmeyen, çoğu zaman anlattığı şeyi başka bir yerde duymuş veya okumuş olan, ama anlattığı ortam ve anlatma biçimi gereği yeterince kulak tarafından dinlendiği takdirde bilirkişi konumuna yükselecek olandır. Kendilerine her türlü medya alanı içerisinde rastlayabilir, parkta, bir restoranda, hatta bir ev partisinde bile denk gelebilirsiniz.

Platon’un düşmanı sofistleri hatırladınız mı? Antik Yunan’ın katılımcı demokrasisinde söz sahibi olmak isteyen aristokratlara ve onların oğullarına retorik, matematik ve astronomi gibi alanlarda eğitimler vererek hayatlarını geçindiren; genellikle şehir yönetimlerinde söz sahibi olan laf ebeleri.

Platon, “Devlet” isimli kitabının 7. bölümündeki meşhur mağara alegorisinde sofistlerden kukla oynatıcıları olarak bahseder. Ve insanları boyun, kol ve ayaklarından zincirlenmiş, tek bir yöne bakmaya mahkum edilmiş ama bu mahkumluğun farkında olmayan canlılar olarak betimler. Sofistler aslında bilmedikleri hakikati insanlardan gizlerler bu anlatıda. Ilk okuduğumda, “Iyi de bilmediği hakikati nasıl gizleyebilir ki?” demiştim. Bu soruyu soruşum üzerinden 12 yıl geçti ve ben cevabın içinde yaşarken buldum kendimi.

Insan meğer bilmediği hakikati biliyormuş gibi yaparak gizliyormuş. Bugün, milattan önce 348 yılında dünyayla olan ilişkisi son bulmuş bir filozofun Atina sokaklarında dolaşırken hissettiği şeyleri, evimde otururken hissediyor olmak tarihin tekerrür ettiğine dair kalıplaşmış algının aksini iddia etmemi engelliyor.

BABİL KULESİ 2. SEZON

Bugünün sofistleri olan anlatan kafalar, sürekli olarak bizi bir veri yağmurunun altında ıslanmaya davet ediyor. Farklı dillerde, farklı anlatılarda, farklı tarzlar ve kamera açılarında aynı amaca, hakikatin yitimine hizmet ettiklerinden bihaber anlatıyorlar.

Babil Kulesi isimli mitolojik öyküyü bilirsiniz; insanlığın nasıl ortak bir atadan çok dilli toplumlara evrildiğine dair; insanın doymak bilmez ruhuna dair güzel, naif ve eğlenceli bir anlatıdır. Bilmeyenler için kısaca şöyle der Babil Kulesi miti: Insanlık bir zamanlar bir- arada ve aynı dili konuşarak yaşardı. Bu sayede öylesine gelişmiş, mutlu ve huzurlu bir toplum oluştu ve insanlar öyle hızla istedikleri her şeye sahip oldular ki, yaratıcılarıyla görüşmek için bir kule inşa etmeye başladılar.

Amaçları gökyüzüne ulaşmak ve göğe de hükmetmekti. Bunu gören yaratıcıları onlara kızdı ve dillerini farklılaştırdı. Böylelikle artık anlaşamayan insanlar savaşmaya başladılar ve toplumsal olarak binlerce yıl gerilediler.

Bu mitolojik öyküye inanmanızı beklemiyorum. Ama doğrum yılları arasında sadece 30 yıl olan, aynı şehirde, hatta belki aynı ailede doğmuş iki insanın artık aynı dili konuşmadığı bir dünyada ‘gelişim’, ‘ilerleme’ ve ‘barış’ kavramlarını bu öykü de aklımızda kalarak yeniden düşünmeye davet ediyorum.

Yazdıklarım bu ana kadar biraz kötümser tınlamış olabilir. Yaşadığımız yüzyılın en büyük entelektüellerinden biri, hatta bence ta kendisi olan, dil- bilimci, filozof, medya kuramcısı ve daha pek çok unvana sahip Noam Chomsky iyimser olmayı daha iyi bir gelecek inşa etmenin yöntemi olarak tanımlıyor. O nedenle ben de an itibariyle geleceğe dair inancımı toplayarak devam edeceğim.

Çünkü geleceğin anlatan kafalardan arınmış ve hakikatin yeniden değerli ve aranan konumunda olduğu bir gelecek olduğuna inanıyorum. Bunun izlerini ise lüksün kalbine yeni yerleşmiş, yeniden yükselen “reading is cool/okumak cool’dur” kültüründe görüyorum. Ama siz zaten Sıla Güven’in kaleminden bu sayıda bu konuyu çoktan okudunuz.

Evet, kültürü yeniden inşa edenler moda markaları olacak, bunu iddia ediyorum.