TASARIMSAL KALITIM YARINA NE AKTARABİLİR?

  • 136 SHARES

Audemars Piguet’nin Joux Vadisi’nde konuşlanan müzesini ziyaret ettikten sonra…

Edward Auguste Piguet ve Jules Louis Audemars’ın 1875’te Audemars Piguet’yi kurduğu bina, 1992 yılından beri, markanın tarihsel modellerine ev sahipliği yapıyor. Bu modeller arasında Audemars Piguet’nin saat piyasasına yön veren saatlerinin yanında, kurucu ikilinin bizzat taktığı saatler de sergileniyor. Medicileri kıskandıracak derecede görkemli bir mimarisi sahip olmasa da, binayı büyüleyici bir atmosferin çevrelemesine, cam vitrinlerin arkasında korunan saatler yetiyor. Saat ustalarının o zamanlardaki çalışma masalarıyla başlayan serüven, dört kata yayılıyor. Hem saatlerin dış görünümleri, form ve materyallerin harmonisi, hem mekanizmaların işleyişleriyle, yüksek saatçilik namına çift taraflı kreatifliğin neye denk geldiğini binadaki her bölümde algılıyorsunuz.

Herkesin bünyesinde farklı tepki verebilir fakat beni bu sırada en çok etkileyen, müzenin aktardığı ideolojiydi. Biriktirmenin sonunun olmadığı ve hangi nesnelerin toplanmaya değer olduğuna karar vermenin masif bir paradoksa dönüştüğü bir dönemde yaşıyorken, bunca değerli zamansal objenin bir araya geldiği bir yerde gezinmek, “müze” olgusunu irdelememi sağladı. Artık tıpkı sanattaki gibi, yüksek saatçilik müzelerinin de, hem bizim hem de sanatçıların yani bu durumda saat tasarımcılarının, zihnini domine eden görsel kodları sergilediğinden eminim. Ne kadar yenilikçi bir yaklaşım benimsesek dahi, görsel dünyamız mutlaka geçmişten beslendiği noktalar barındırıyor. Müzelerdeki ciddi bir ağırbaşlılıkla, derli toplu dizilen parçalar, bu noktaların başlıca öznelerinden.

Audemars Piguet’nin müzesinde de, markayı segmentinin en inovatifi haline getiren elementleri görüyor ve inovatifliği yaratıcılığa çevirmenin, kesinlikle estetik unsurlar sayesinde mümkün olabileceğini anlıyorsunuz. Yüksek saatçilikte komplikasyonlar takdire şayan olsa da, ‘dış tasarım’ hususu da, bir saatin iz bırakmasında hayli önemli. Çünkü sanat ve zanaat, pratikte birbirinden ayrı kulvarlar fakat aralarında tabiat kanununa benzer tanımlanabilecek bir bağ var. Buna bir örnek, Audemars Piguet’nin tarih boyunca teknik ile estetik arasında kurduğu dengenin sembolü olan müzesinde, süslemeleriyle Art Deco’ya, kıvrımlarıyla Art Nouveau’ya veya geleneksel kavramlarından uzaklaşmasıyla Bauhaus’a referans verebileceğimiz saatlerin mevcudiyeti. Örneğin, 1922’li Arabik rakamlı gri kadranıyla pırlanta kaplı bir Great Gatsby çağrışımı olan mücevherli kol saati (MU.132) ve De Stijl çizgilerini anımsatan bölmeleriyle 1926’lı, kadranı olmayan, kasadan açılan saat ve dakika pencerelerine sahip dikdörtgen biçimindeki kol saati (MU.197).

Saat tasarımlarında sanat akımlarına paralel giden diğer belirgin dönem de, 1960’lar ve 1970’ler. Daha minimalist kasalardan oval kol saati (MU.338) ve asimetrik kol saati (MU.302), eliptik ve dikdörtgen formları itibariyle Audemars Piguet’nin sonralarda Royal Oak ile sekizgende karar kılacak geometrik yapı taşının oluşumuna işaret ediyor. 1972’de lanse edilen Royal Oak’tan evvel, bir önceki sene sunulan yine bir Gérald Genta tasarımı oval saat de (MU.640) elips kasa biçimiyle güncel Millenary koleksiyonunun çıkış noktası olarak sayılıyor. Beyaz altın örgü bileziği, roma rakamları ve 5.5 mm inceliğindeki kasasıyla, Audemars Piguet’nin tasarım anlamında en güçlü modern modellerinden olan bu saat, dönemine ağırlığını koyan yalın hatlar taşıyor. Aynı çerçevede, 1977’li, siyah kadranında yalnızca AP logosu, akrep ve yelkovanı olan model de (MU.716) yer alıyor.

Markaların ‘world-record timepieces’ listelendirmesine yeteri kadar aşina olduğumuza inanarak koyulduğumuz bu görsel değerlendirme bazlı yaklaşımda son olarak belirteceğim bir saat var ki, hem tasarım hem teknik inovasyon açısından gördüğümde aklıma kazınan ender kombinasyonlardan. 1986 doğumlu kavisli dikdörtgen kol saati (MU.420), otomatik kurmalı kalibre ve tourbillon’u kol saatinde, tarihte ilk kez birleştiren model. Ve ayrıca kadranında indekslerin perçinleşmiş izlenimiyle, sarı altın plakayla tourbillon’un ışık saçıyormuş gibi gözüktüğü motiflerin bütünleşmesi, Güneş’i temsil ettiğini düşündürüyor.

Bugün güncel koleksiyondaki çoğu modelde, Audemars Piguet’nin müzesinde yer alan tüm bu modellerden türlü detaylara rastlayabilirsiniz. En azından başta söylediğim gibi, Audemars Piguet’nin ideolojisi, geçmişi derinde saklayıp, geleceğe uzanabilmek üzerine kurulu. Spiral mimarisiyle, planlanan yeni müzesi de, bu tezi daha kuvvetli bir şekilde ispatlayacağa benziyor.

Fotoğraf kredisi:1986 yapımı, otomatik kurmalı kalibre 2870’e sahip, 18 ayar altından yapılı, tourbillon fonksiyonunun ilk kez kullanıldığı otomatik kurmalı kol saati, Audemars Piguet’nin 1930’lara ait koleksiyon çizimleri, Audemars Piguet’ye ait farklı logolar