MYSTERY IN HIGH WATCHMAKING
Sihirli sahnelerden mekanik saat atölyelerine uzanan gizemli Cartier’lerin öyküsü…
Dünyaca ünlü illüzyonist Harry Houdini’nin gerçek ismini kaçımız biliyoruz? Peki, gerçek adı Erik Weisz olan, zincir ve kilitlerle akıl almaz şovlar yapan Harry Houdini’nin soyadını neden Houdini yaptığını? Macaristan doğumlu sahne sanatları ustası 16 yaşındayken illüzyon şovları üzerine araştırmalar yapıyordu ve tam da bu genç yaşında bir idol ararken Jean-Eugène Robert-Houdin’in otobiyografisiyle karşılaştı. Sıradaki soru Jean-Eugène Robert-Houdin’in kim olduğuyla alakalı ki o sorunun cevabı da bizim yüksek saatçilik alanına tekrar girmemiz anlamına geliyor. Robert-Houdin illüzyon teriminin henüz kullanılmaya başlamadığı dönemlerde yaşayan Fransız bir büyücü ya da sihirbaz olarak biliniyordu. 2006’daki Christopher Nolan yapıtı ‘The Prestige’deki meşhur üç basamaklık sihir tekniğinin -yani sonunda prestije ulaşan yöntemin- mucidinin de kendisi olduğunu söyleyebiliriz. Portakal ağacı, eter ve ikinci görüş gibi numaraları -ki sihre merakı olan kişiler arasındaysanız bunları araştırmanızı tavsiye ederiz- Robert-Houdin’i bir ikona dönüştürdü, kaldı ki sihirbaz aynı zamanda bir saat ustasının oğluydu ve sahnelerden çok önce atölyelerde bulunmuştu. Sahnelerde ona yardım eden ve saat ustalığına dair Robert-Houdin’den çok şey öğrenen bir genç de vardı, Maurice Couet.
Maurice Couet’nin yolu Louis Cartier ile kesiştiğinde aklında illüzyon ve mekaniği buluşturmak gibi bir fikir oluştu. 1912’de üretilen ilk Mysterious Watch yaş farkı gözetmeksizin herkesi bir çocuk şaşkınlığı eşliğinde kendisine kilitlemeyi başardı. Saat ve dakika ibreleri boşlukta hareket ediyormuşçasına sorgulama yetisinin kaybı anlamına geliyordu ve Modèle A olarak adlandırılan bu masa saatleri uzunca bir süre gizemli kalmayı başardı. Aslında teknik tüm sihir numaralarında olduğu gibi çok basitti, fakat konuya dair ustalaşmak için çok çalışmak gerekiyordu. Projenin ilk basamağında saat ve dakika ibrelerini iki cam diske entegre etmek gerekiyordu. İkinci olarak bu disklerin dişli sistemine olan bağını gizlemeliydiler ve bunu da bir masa saatinde yapabilmek her ne kadar imkansız gibi görünse ve kimsenin aklına gelmemiş olsa da mümkündü. Cartier Modèle A ile yepyeni bir şey yaratmıştı ve bu bir saat olmaktan çok ötedeydi. Sistem artık oturmuştu, boşlukta dönüyormuş hissi uyandıran saat ve dakika ibreleri kolayca diğer modellerde de kullanılabilirdi. Maison da böyle bir üretim politikası benimseyerek yoluna devam etmeyi seçti, kadranlarında safir diskler ve ibreler bulunan Cartier’ler illüzyona merakı olan kimseleri ve sihrin arkasında yatan kandırmacayı bilenleri büyülemeye devam ediyor.