KENT SOYLU BANYOLAR
Su birikintisinin etrafında gelişen, unutulmuş bir sosyal aktivitenin minimum yara alarak ve transformasyon geçirerek hayatta kalabilmesinin hikayesi.
Her şey Gilles Rigoulet’nin objektifinden çıkan Molitor enstantanelerini görmemizle başladı. Kitaplaştırılmış bu fotoğraflar, sadece Art Deco mimarisiyle ilham tahtasını süsleyen bir havuza ait değildi, dönemin en popüler aktivitelerinden birinin gerçekleştiği yer idi aynı zamanda. Öte yandan yazları tatile çıkamayan kentlilerin hem sosyalleşmek hem de serinlemek adına kendilerini avuttuğu bu şehir içi havuzlar, dönemin sosyokültürel verilerine ulaşmanın da bir yoluydu. İnsanların henüz ‘yalnız’ sayılmadığı ve hanelerin kendilerine özel havuzlarını geçtik, banyolarının bile azınlıkta olduğu bir dönemden bahsediyoruz. Ancak her devrin alametifarikası gibi havuza gitme eyleminin de popülaritesi 1980’lerin sonlarına kadar devam edip sonra pabucu dama atıldı. ‘Peki bu kültüre neden yabancılaştık?’ sorusuna cevap verebilmek için konuyu en baştan almalıyız.
İlham noktamız Molitor’un bulunduğu 1920’lerin Paris’i. Tam da o döneme ışınlanacak olursak, konstrüksiyon döneminde pek çok halka açık havuz görebiliriz. Fransa, bu konuda birazdan örneklerini vereceğimiz Almanya ve Macaristan’ın (geçtiğimiz yüzyılda Budapeşte’nin lakabı ‘City of Spas’ idi) gerisinde kalıyor; fakat burada da diğer ülkelerdeki gibi temel amaç havuzların aynı zamanda banyo işlevi görmesi. Türkiye’ye has hamamların ve evlerin içinde özel banyo altyapısının olmadığını varsayarsak, Fransızlar için bu havuzlar uzun bir süre temizlenme gibi temel ihtiyaçların giderilmesine olanak sağladı. Mimar Lucien Pollet’nin kreatif çizimleriyle ortaya çıkan ve Louis Barillet’in Art Deco vitraylarıyla süslenen Molitor, olimpik atlet ve yarı zamanlı yüzme koçu Johhny Wiesmuller önderliğinde kapılarını 1929’da açıyor. Ve sonrası ise 1989’a kadar uzanan bir ilkler sahnesi… 1946’da Louis Réard’ın tasarladığı ilk bikini tasarımının sergilendiği defileden tutun da (ilk üstsüz güneşlenmenin izin verildiği havuz olma özelliğini es geçemeyiz) spor müsabakalarına ev sahipliği yapmış bir kompleks.
16. arrondissement’ın avangart atmosferiyle sıcak yaz günlerinde bir cruise tatili hissiyatı yaşatan Molitor, 3.000 kişilik kapasitesini doldurduğu altın çağlarındaki kabin görevlisi Dominic Thomas’ın anlattığı üzere Fransız usulü bir dolce vita’ya sahne olmuş; “Hayatımın en güzel günleriydi. Her zaman aynı kabini kiralamaktan hoşlanan daimi müşteriler, sabah erkenden gelirlerdi.” Kışları açık havuzunun buz pateni pistine dönüştüğü Molitor, her sezon yenilendiğinde yüklü masraflar açığa çıkardığından ve yaşanan finansal sorunlar nedeniyle 1989’da anahtarlarını belediyeye teslim etmek durumunda kaldı. Bu noktadan sonra Parizyenlerin hayatından tümüyle silinen bir Molitor’dansa gözünüzde canlanması gereken hayal gücünüzü zorlayacak underground bir transformasyondan geçmiş yepyeni bir yapı olmalı..
Yazının devamını 19. sayımızda sayfa:78’de bulabilirsiniz.
Fotoğraf kredisi: Gilles Rigoulet’nin 1985’te Molitor’da çektiği fotoğraf.