Tarİhte Quartz İle Çalışan Bİr Soy Keşfettİk
Her ne kadar kökeninin dayandırıldığı farklı hikayeler olsa da, Gerald Genta’nın Royal Oak’unu koleksiyonerler ve tasarımcılar ikonlaştırıyor. Şimdiyse James Dowling, bu hikayeler adına, Quartz ile çalışan yepyeni bir soy keşfediyor. Hem de Rolex tacının tepesinde!
Audemars Piquet’nin ürettiği, inceliğinden ve saniye ibresi bulunmamasından dolayı (beni tik-tak sesinin verdiği rahatsızlıktan kurtarıyor) orijinal Royal Oak ve bileklik tasarımının sağlamlığından ve ağız sulandıran tutarlılığından dolayı da Rolex Oysterquartz, en sevdiğim kol saatlerinin başında geliyor. Birçok kişi gibi ben de bu iki saati sıklıkla ‘ruh ikizi’ olarak gördüm ve aralarındaki bağı sorguladım. Kısa süre önce aralarında gerçekten bir bağ olduğunu ve bunun düşündüğümden de güçlü olduğunu keşfettim.
Oysterquartz modelleri (170XX ve 190XX) en az bilinen modern Rolex kol saatleri arasında yer alıyor, dolayısıyla referans 5100 adında daha eski bir Rolex quartz kol saati bulunduğunu birçok kişinin bilmemesi gayet anlaşılabilir.
Bu meseleyi tartışmak için 40 yıldan fazla geriye, quartz kol saati döneminin başlangıcına gitmemiz gerekiyor. İlk quartz saatler küçük bir oda boyutundaydı; 1950’li yıllar itibariyle Amerikan tipi iki kapılı buzdolabı boyutuna ulaştı ve Seiko 1963 yılında dünyanın ilk taşınabilir quartz saati olan deniz kronometresi boyutlarındaki, piyasada bulunabilen normal pillerle çalışan QC-95’i ürettiğinde, tüm dünya şaşkına döndü.
Aynı yıl Seiko İsviçre kronometraj yarışmasına katılıp onuncu oldu ve o zaman İsviçreliler quartz kol saatleri yarışının artık başladığını anladı. Her ne kadar bazı bireysel firmalar quartz alanında kimi araştırmalar yapmış olsa da, Patek Philippe’in öncülüğünde işbirliği içinde çalışmanın şanslarını artıracağı kararına varıldı ve böylece Neuchetal’de CEH (Centre Electronique Horloger/ Elektronik Saat Merkezi) kuruldu.
Projede yer alan çeşitli firmalar en güçlü beyinlerini bu araştırmada çalışmaya gönderdiler, ancak sorun, yeni elektronik saatin nasıl çalışması gerektiğine dair herhangi bir fikir birliğine varılamamasıydı. Geleneksel bir saatin tamamen elektronik bir versiyonu mu olmalıydı (Hamilton ya da Lip saatleri gibi), rezonant bir kaynak mı kullanılmalıydı (Bulova Accutron’un diyapazonu gibi), yoksa bir quartz saat mi olmalıydı?
CEH içinde oluşan çeşitli fraksiyonlar toplantı odasında tartışmayı sürdürürken, arka odadaki bilim insanları yalnızca bunun yapılabileceğini kanıtlamak adına quartz kullanarak çalışan bir prototip oluşturmaya karar verdiler. Beta 1 olarak adlandırılan bu prototip 1967 yılının Temmuz ayında sergilendi ve kesinlikle dünyanın ilk quartz kol saatiydi. Ancak CEH ekibi toplu üretim için tasarımı yeniden gözden geçirmek yerine tartışmaya devam ettiler ve (işin aslına bakılacak olursa) Beta 1 ile neredeyse hiç ortak noktası bulunmayan Beta 21 adındaki kendi üretimleri olan ilk mekanizmayı ellerine almaları iki yıllarını daha aldı.
Beta 21, 30.9 mm x 26.5 mm boyutlarında geniş bir mekanizmaydı ve saat yapımcısı ortaklar açısından sorun oluşturuyordu. İçlerinden hiçbiri elinde bu mekanizmayı taşıyabilecek bir kasaya sahip değildi.
Bu noktada, 50’li ve 60’lı yıllarda İsviçreli saat firmalarının nasıl çalıştığını anlamak önem taşıyor. Bu firmalar yalnızca mekanizma üretiyordu; kasa, kadran, bileklik ve ibre ise çok sayıda uzman firma tarafından üretiliyordu. Dolayısıyla, üreticiler tedarikçilerini aradı, onlara yeni mekanizmanın ayrıntılarını verdi ve onlardan kasa tasarımları talep etti. O zamana kadar İsviçreli kol saatlerinin fiyatlandırılmasında kullanılan denklem, ‘ne kadar tutarlıysa, o kadar pahalıdır’ şeklindeydi.
Dolayısıyla, bu saatler çok büyük ihtimalle söz konusu markalar tarafından satılan en tutarlı saatler olacağından, altından yapılmaları doğru bir karardı. Aynı zamanda kasa üreten firmalara da bu saatler, ileri teknoloji ile çalıştıklarından, alışılagelmişten daha farklı görünmelerinin istendiği bildirildi. Kasa üreticileri bu talebi ciddiye alıp bugüne kadar görülen en sıra dışı ve en ağır kasalardan bazılarını ürettiler.
Şüphesiz ki tüm Beta 21 saatlerinin en büyüğü Rolex versiyonuydu; bu versiyon Rolex içerisinde 5100 referanslı, koleksiyonerler arasında ise ‘The Texan’ olarak biliniyordu. Mevcut Rolex’lerle arasında hiçbir benzerlik yoktu; esasen dairesel bir bezel ve kadran üzerine tasarlanmış fıçı biçiminde bir kasaya sahipti. Rolex için en alışılmamış olan yanı, fıçı kısmının köşeli olmasıydı. Çünkü Rolex saatlerini her zaman birbiri içine geçen, neredeyse organik kıvrımlarla tasarlardı. Oysa burada durum farklıydı; çoğunlukla düz yüzeyler söz konusuydu. Ayrıca önceki tüm Rolex modellerinin aksine, devasa boyutlardaki, herhangi bir Rolex bilekliğinden ilham alınmadan tasarlanmış üç parçalı bileklik kasaya kalıcı olarak sabitlenmişti. Elbette saatin bakımı için çıkarılabilirdi, ancak alternatif bir kayış ya da bilekliğin takılabilme ihtimali yoktu.
Rolex yalnızca iki yıldan biraz daha uzun süre içerisinde bu saatlerden tam bin adet üretti ve bunları 001’den 1000’e kadar numaralandırarak adlandırdı. Ancak böylece Rolex için quartz efsanesinin sonu gelmedi; Texan devrinin sona ermesinden beş yıl sonra Oysterquartz doğdu ve bu saat, Texan’da olmayan tüm özelliklere sahipti. Rolex tarafından yeni geliştirilen model, manüfaktür mekanizmaya, vidalı kasa arkasına ve tepeye sahip bir Oyster’dı. Çelik-çelik ve çelik-altın kombinasyonları da mevcuttu. Ancak daha da vurgulu düz yüzeylere ve keskin açılara sahip tasarımında, Texan’dan ilham alınmıştı ve yine sabit bir bilekliğe sahipti.
Derken, iki yıl sonra, Gerald Genta ile çalışmış olan biriyle söyleşi yapıyordum ve Bay Genta’nın tasarladığı tüm o muhteşem saatlerden söz etmeye başladık. Söyleşi yaptığım kişi neredeyse durduk yere bana “Siz büyük bir Rolex hayranısınız, bunu biliyorum; peki Bay Genta’nın tek pişmanlığı neydi, biliyor musunuz?’’ diye sordu. Kafa sallayarak karşılık verdim. O da şöyle dedi: ‘’DateJust’ı tasarlamaya hiç fırsatı olmadı. DateJust’ın mükemmel bir saat olduğunu düşünüyordu ve üzerinde çalışabilmeyi çok isterdi.’’
Doğru söylüyordu. Bir yandan içimden Genta tarafından tasarlanmış bir DateJust’ın neye benzeyeceğini hayal ediyordum. Bu düşünceler zihnimde dolanırken söyleşi yaptığım kişi asıl bombayı patlattı ve şöyle dedi: “Rolex için yalnızca tek bir saat tasarladı, o da yıllar önceki ilk quartz saatleriydi.’’ Birden tüm taşlar yerine oturdu; Oysterquartz Rolex tarafından tasarlanmıştı, bu konuda hiçbir şüphem yoktu, ancak tasarımında büyük ölçüde hepimizin bildiği üzere Genta tarafından tasarlanan Texan’dan etkilenilmişti. Texan, 1970 yılının Mart ayında piyasaya sürülmüştü, bu da 1969 yılının sonlarında tasarlandığı anlamına geliyordu; Royal Oak ise tam iki yıl sonra piyasaya çıkmıştı.
Öyleyse, Royal Oak’un tasarımı Rolex Texan’dan esinleniyor muydu? Buna kesinlik içeren bir cevap veremeyiz ama 20. yüzyılın en kreatif saat tasarımcısının aklından çıktığı da burada önemli bir faktör. Zamanlamadaki kısa aralığı göz önünde bulundurursak, birbirine benzememeleri tuhaf olurdu.