Gold Rush

  • 243 SHARES

Altın yeryüzündeki en değerli metallerin başında gelebilir, uğruna savaşlar yapılmış da olabilir, ancak kendisi yüksek saatçilikte sadece görsel bir fark yaratmakla meşgul. Yazı Erçağ Akın

Karbon, titanyum, paslanmaz çelik ya da platin fonksiyonel anlamda saat kasalarında önemli işlevleri olan materyallerin başında geliyor. Ancak yüksek saatçilik bundan yüz yıllar önce bir sektör haline geldiğinde tercihler bu kadar çeşitli değildi ve başrol oyuncusu tıpkı şimdideki gibi yine altındı.

Altın cevherden çıktığı haliyle kullanılabilir bir materyal değil, ilk başta çok kırılgan ve saat kasasında saf olarak kullanabilmek oldukça zor. Kaldı ki onu bu şekilde değerlendirmek oldukça maliyetli olur, çünkü altın diğer materyallerle belli oranlarda karıştırılarak saflık derecesini kaybeder. 24 karat altın teorik olarak tamamen saftır ancak pratikte, doğada onu bulabilmek imkansızdır. 22 karat %91, 18 karat ise %75 oranında saflığa sahiptir. Geri kalan küçük oranlar ise altın alaşımına katılan diğer materyalleri belirtir (bakır, nikel, zirkonyum, paladyum, vs. gibi). Aslına bakılırsa bahsettiğimiz bu saflık derecesi üreticilerin elini bir bakıma da güçlendirir, alaşıma katılan farklı elementler de doğal olarak kullanılan altının geneline etki ediyor, örneğin bakır oranı artıkça altının rengi de kırmızıya dönüyor ve bu sayede benzersizlik yakalanıyor ki söz konusu lüks segment olunca bunun ne kadar değerli olduğunu biliyorsunuz.

Altın ilk kez 13. yüzyıl sonlarında saatlerle buluşmuştu, önemli saat kulelerindeki çanlar altındı ve kadrandaki ibreler de altın kaplamaydı. Yaklaşık 200 yıl sonra sıra cep saatlerine gelmişti, tamamen altından bir kol saati için ise 1800’leri beklememiz gerekecekti. Ama bilinen bir gerçek var; insanoğlu teknolojik gelişmişliklerinin neredeyse hepsine 19. ve 20. yüzyılda ulaşmıştı. Doğal olarak yüksek saatçilik de bu trendden kazanım elde etti, sektör bu dönemi hem mekanik hem de estetik anlamda oldukça verimli geçirmişti. Altının kullanımı da bu avantajdan yararlanarak yaygınlaştı ve çeşitlenmeye başladı. İlk başta kasa şekillerine uyum için materyalin işlenmesi üzerine hassasiyetle yaklaşıldı, ardından dayanıklılık ve son olarak da bugün dahi devam eden renk çeşitliliklerinde farklılık yakalanmaya çalışıldı. Hatırlarsınız, Royal Oak geçtiğimiz yıl SIHH’de sarı altını tekrar gündeme getirmişti, materyali yine bir arzu nesnesi gibi göstermeye çalıştı. Audemars Piguet özelinde düşünmekten çıkıp sarı altın penceresinden bu stratejiyi ele alacak olursak bizim aklımıza bir soru geliyor: Sarı altın neden gündemden düşmüştü? Yıllardır lüksün simgesi olan materyal nasıl trend olabilmek için İsviçreli bir manüfaktüre ihtiyaç duyardı?

Burada sosyal algının değişimine bakmamız gerekir, savaş sonrası gelen 1960’lar jenerasyonu tarihin yakalayabileceği en değerli çoğunluklardan biriydi. Özgürlükçüydüler ve basit bir tabirle anı yaşayarak hayattan zevk almaya bakıyorlardı. Altın bu sebeple pek umurlarında değildi, maddi anlamda materyale verilebilecek bir meblağyı rahatlıkla eğlenmek için harcayabilirlerdi. Ardından gelen nesil de bu etkiyle yetişti ve değerli bir takı ya da saate sahip olmak isteyenler aynı zamanda o nesneyi belli etmek istemedi. İnsanlar lüksü materyal nezdinde aramaktan vazgeçti, değer yargıları da bu bağlamda değişime uğradı. Sarı altın tahtından inerek yerini beyaz altına bıraktı, spor lüks çelikler bu dönemde ortaya çıktı ve hayat tarzları değişime uğradı. Yüksek saatçilik markaları farklılığa gitmek için çareler aramaya başladı ve başvurmayacakları ilk nokta sarı altındı. Üstelik pembe ya da kırmızı kulağa sarıdan daha hoş geliyordu, hatta renk olarak kimilerine göre sempatik de sayılabilirlerdi. Sarı olmayan altın, sarı olanın tahtını ele geçirmişti ve alaşımlar farklı renkler yaratabilmek için formüle edilmeye başlamıştı. İlk kez Rusya’da ortaya çıkan ve o zamanlarda Rus Altını olarak bilinen pembe altın bir anda trend olmuştu. Maddi anlamda da üreticilerin kullanmak isteyeceği bir materyal olan pembe altın saf altının içerisine başta bakırın, sonrasında ise dayanıklılık katan diğer materyallerin katılmasıyla elde ediliyordu ve daha yumuşak bir renkti. Pembe altın çok öncesinde de kullanılıyordu fakat bir akım yaratmamıştı. Hatta ortaya koyduğu etki o denli güçlüydü ki markalar kullandıkları pembe altına özel isimler vermişti. Rolex 2008’de Cosmograph Daytona modelinde Everose’u ilk kez duyurmuştu, aslında pembe altın olan materyal pazarlama hamlesi olarak isim değiştirmişti ve rengini sonsuza dek koruyacağı mesajıyla sunulmuştu. Pembe altının rengini veren asıl bileşen bakırdı, fakat bakır zaman içerisinde etkisini kaybederek görevini yerine getiremiyordu, bu sebeple de Rolex alaşıma %2 oranında platin katarak bakırın değerini korudu. Everose Rolex’ler de bu sayede renginden bir şey kaybetmemiş oluyordu.

rolex_everose_material

Rolex Everose Alaşımı

Omega da tıpkı Rolex gibi altını farklı isimlerle kullanan bir manüfaktür. İlk kez 1960’larda farklı renklerdeki altın alaşımlarını saatlerine entegre eden üretici yakın zamanda seramik bezellerinde kullandığı liquidmetal teknolojisi (ki bu teknoloji bezelin dayanıklılığını çelikten 3 kat daha yukarıya çıkarıyor) sayesinde altını da farklı şekillerde kullanma fırsatını yakaladı. Önce seramik bezel üzerinde yer alan rakamları pembe altın yapma fikrini üretti ki bu Ceragold’un doğmasına olanak tanıdı. Ardından Sedna ortaya çıktı, Sedna Gold Rolex’in Everose’una oranla kırmızıya daha yakın bir tona sahipti. 18 karat altın alaşımındaki bakır oranı muadillerine göre daha fazlaydı ve Omega, Rolex’in aksine platin yerine koruyucu materyal olarak paladyumu seçmişti. Fakat alaşımlardaki bakır oranının en net şekilde anlatabilen marka Panerai oldu. Markanın kırmızı altını olan Oro Rosso’nun tarihi çok eskilere gitmiyor ve bu materyal pembe yerine kırmızı altın olarak anılıyor. Genel olarak %20’den fazla bakır içeren altın alaşımları kırmızı sınıfına giriyor ki Oro Rosso’da bu oran %24’ten biraz daha fazla. Ayrıca manüfaktür bu materyali 5Npt olarak da anıyor ve tıpkı Rolex gibi rengi korumak adına platin kullanıyor. Fakat altına daha teknolojik açıdan yaklaşan markalar da var. Hublot %5 oranındaki platin içeren bir kırmızı altını King Gold olarak duyurmuştu. Platin oranı daha fazla olan karışım doğal olarak sektördeki diğer örneklerine nazaran daha değerli sayılabilirdi. Ancak manüfaktür bununla yetinmedi ve çizilmeyen altın olarak Magic Gold’u lanse etti. Omega’nın Ceragold’unda olduğu gibi işin içinde yine seramik vardı, Hublot bu materyali seramiğe entegre etmişti. Altının farklı renklerde kurgulanma trendine katılan son üretici ise Alman bir manüfaktür oldu. A. Lange & Söhne 18 karatlık bir altın karışımı, ancak kendisi sarı, kırmızı ya da pembe altın sınıfına girmiyor. Zaten renk olarak da bunların hepsinden daha farklı, sarıdan daha yumuşak, pembeden ise daha soluk bir karakteri var. Aslında en iyi tarifi kendi kendine yapmayı başarmış, bal rengi bir altın dememiz Honey Gold için yeterli olur.

lange1

A. Lange & Söhne Lange 1 Time Zone Honey Gold

omega_sedna_gold

Omega Globemaster Omega Co-Axial Master Chronometer 39 mm Sedna Gold