GALILEO’NUN GÖKYÜZÜ PRENSİPLERİ
Ay’ın yüzeyinin ilk teleskobik çizimlerini yapan Galileo Galilei’nin gözlemleri, gökbilimin ve dolayısıyla uzay araştırmalarının temellerini nasıl oluşturdu?
Dünya üzerinden meraklı gözlerle Ay’a bakan ilk kişi Galileo Galilei değildi belki ama 1609’da Lippershey’in teleskop benzeri düzeneğini, iç ve dış bükey merceklerle geliştirerek kendi versiyonunu yaratıp gök cisimlerini başkalarından 20 kat daha net gözlemleyen ve bunları kaydeden ilk kişi ta kendisiydi. Bilim insanları, doğa filozofları ve kilise tarafından Ay’ın pürüzsüz, hareketsiz, parlak bir küre olduğuna inanıldığı bir dönemde, Galileo, teleskobuyla bunların tam tersini gördüğünü ilan etmişti. Ve hatta yaptığı tüm analizleri 1610 yılının Mart ayında yayımladığı Starry Messenger (Yıldızların Habercisi) kitabında bir araya getirmişti. Galileo’ya göre Ay, çöküntüler ve çıkıntılarla dolu engebeli, karmaşık bir yüzeye sahipti. Ayrıca karanlık ve aydınlık yüzü arasındaki belirgin çizgi, üzerindeki sıra dağların ve vadilerin (bugünkü adıyla kraterler) uzun gölgelerinden kaynaklanıyordu. Yani aslında Ay, bir bakıma Dünya’ya benziyordu… O halde Dünya da bir gezegen değil miydi? (Tabii bu benzerlik 21. yüzyıla dek Galileo’nun düşüncelerinden ve gözlemlerinden çok daha öteye gitti. Kanıtlar Ay’ın bir zamanlar yeryüzünün bir parçası olduğunu ve Güneş sistemindeki genç Dünya ile başka bir gezegen arasındaki bir etkinin Dünya’nın dış katmanlarının büyük bir kısmını parçaladığını; bunun da daha sonra Ay olarak serinleşip yeniden katılaştığını gösteriyor.)
Galileo, objektifini güneş sisteminin en büyük gezegeni Jüpiter’e yönelttiğinde de sarsıcı bir görüntüyle karşılaşmıştı: Bu gezegenin etrafında dört uydu bulunmaktaydı. (Daha sonra Galileo’nun izinden giden uzay araştırmacıları, bu gezegenin daha pek çok uyduya sahip olduğunu ortaya çıkardı.) Ardından gözünü sistemin en parlak gezegeni Venüs’e dikti ve onun Dünya’nın değil; Güneş’in uydusu olduğu gerçeğine kavuştu. Galileo’nun aklında Güneş ile ilgili de cevaplanması gereken pek çok soru vardı ve teleskobu aracılığıyla daha fazlasını öğrenebileceğine inanıyordu. Nitekim incelemelerinde Güneş’in üzerindeki koyu renkli lekeleri keşfetti.
Galileo’nun Ay’ın yüzeyi, Jüpiter’in dört uydusu, Samanyolu yıldızları, Güneş lekeleri gibi tüm tespitlerini bir araya getirdiğimizde merkezin Güneş olduğu bir sistemin varlığından söz etmek mümkün oluyordu. Fakat astronomik keşifleri, ölümünden 100 yıl sonra, tarih 1752’yi gösterdiğinde kabul gördü -ki bu da ‘dünya merkezli sistem’ fikrinin düşüşü demekti. İlk deneylerini 17 yaşında, tıp öğrencisiyken kilise avizelerinin rüzgar ile salınmasını inceleyerek yapan birinin her keşfinde dinsel dogmalarla karşı karşıya kalması manidar. Ancak Galileo’nun tüm argümanlarının günümüz astronomisinin referans noktasında bulunması, bilimsel perspektifin her şeyden bağımsız varolduğunu gözler önüne seren bir gerçek.